Bilimlerin Işığında Yaratılış
* Bilimlerin Işığında Yaratılış Kitabı için hazırladığımız önsöz yazısı
https://www.kitapyurdu.com/kitap/bilimlerin-isiginda-yaratilis/386590.html
Prof. Dr. Osman Çakmak
Müfredat Değişim İhtiyacı
Eğitim düzen ve anlayışımızı gözden geçirerek ederek kendi kültür paradigmalarımızı diriltmek için, müfredat ve muhteva ile buluşturmak için referans kitaplar oluşturulmasına ihtiyaç her zamankinden fazla bulunmaktadır.
Eğitim programları ya da müfredatı, o ülkenin sadece eğitime bakışını değil, aynı zamanda zihniyetini, nasıl bir fert ve cemiyet olacağının yol haritasını da ortaya koyar. Eğitim programları, fert ve cemiyet için öncelikler ve değerler sistematiği teklif eder, bu teklifin hayat bulması için en etkili araçları ve yöntemleri belirler. Yeni nesillerin, okul ortamında ve öğretmen rehberliğinde sağlam, özgün kimlik ve kişilik inşa etmeleri için en uygun iklim ve atmosfer oluşumunu da ihtiva eder.
Günümüz Türkiyesi’ndeki eğitim sistemi ve politikası toplum mühendisliğinin etkilerini görmek zor değildir. Toplum mühendisliği, özellikle müfredat ve ders kitaplarıyla gizli bir şekilde sürdürüldüğünü söylemek istiyorum. Türkiye’nin eğitim ve müfredat tarihi, insanımızın temel değerlerine tezat teşkil eden uygulamalarla doludur. Sürekli olarak, insanımızın kültürü ve ahlakını dejenere eden eğitim yapısı dayatıldı. İnsanımızın taleplerine rağmen, demokratik olmayan yollarla eğitim sistemine içerden ya da dışarıdan demokratik ve pedagojik olmayan müdahaleler yapıldı.
20. yüzyılı Türkiyesi’nde uygulanan müfredatla demokratik ve pedagojik olmayan, baskıcı ve ideolojik bir dönem olarak heba ettik. Daha fazla geç kalmamak için kendi insanımızın değerlerinden ve kültüründen beslenen bir anlayışla müfredatı yeniden ele almaya başlamalıyız.
Elinize aldığınız kitapla eğitime hakim materyalist ideolonin ideolojik yapısının röntgeninin çekildiği ümidindeyiz. Hastalıklı eğitim yapımız için çözüm arayanlara pencereler açılacaktır. İnsanlar pencerelerden hayatı kainatı, kendisini tanıyacak okulların ders kitaplarının yapamayacağını yapacak sadece öğrenciler için değil, herkes için fen kitabı olacaktır.
Bu kitapta özellikle yaratılış konularında fen eğitimini 19. yüzyıldan kalma ve dogmatik paradigmalardan kurtarılması için taklit olmayan bir çözüm yolu bir bakış açısı sunulmaktadır.
Yapılması gereken felsefenin hikmetle bağını kurmak ve dolayısıyla varlığı bir bütün olarak görmenin yolunu açmaktır. Felsefenin hikmetle, bilimin de metafizikle bağı yeniden tesis edilince insan hayatı yeniden anlam kazanacaktır. Sunulan metotla modern bilimin metafiziksel arkaplanda yeniden inşa edilmesi ile bilim niceliksel alanda yatay olarak gelişirken, dikey olarak ruhanî boyutla irtibatı kurulacaktır.
Kalın bir perde yahut puslu veya renkli bir cam parçası, altındaki şeylerin görünmesine engel olduğu gibi, varlıklara mana-yı ismiyle bakmak, yani sadece onların özelliklerini ve faydalarını inceleyerek bunların o varlıklara nasıl ve kim tarafından takıldığını hiç düşünmemek hakikatlerin görünmesine mani olmaktadır.
Manayı harfi bakışı Bilimleri kendi özüne ve asliyetine kavuşturulmakta ve dünyeviliğe/materyalizme alet olmaktan kurtarmaktadır. İlimden irfana giden yol açılmakta, öğrenilenler fazilete ve hayra/iyiliğe dönüşmektedir.
Okullarda derslerin anlamlı ve faydalı hale gelmesi için müfredat dönüşümüne olan ihtiyaç açıktır. Bir kısım yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Bugün biz ilahiyat fakültelerinde bile dini ilimlerle beraber fenni ilimleri birlikte okutamıyoruz. Halbuki fen ve din birlikteliği olmayan bir din eğitimi asrın mataryalist ideolojileri ile baş edemememektedir. Lise eğitiminde öğrenci esaslı bir kültürel ve felsefe dersleri alamadığı gibi fen dersleri de alamamaktadır. Temenni ediyoruz ki bu çabalarımız İlahiyat alanında din bilim fen arasındaki ilişkiye dayalı kitapların yazılmasında katkı olsun. Kitap, özellikle fen bilimleri sahasında müfredat dönüşümünde yetkililer elinde ufuk açıcı bir reçete olabilir.
Manayı harfi bakış açısının öğrencilerde hakim olması ile tabiat haki-katlerinin etkili eğitim ve öğretme metotları ile sunulduğu bu yolda, okurlar ciddi bir kâinat kitabı okuru ve mütefekkiri haline geleceklerdir. İnsan çevresinde cereyan eden olayları; muhteşem düzeni ve harika tasarımları derinliğine fark ettikçe hayret duyguları içinde kalacak; öğrenmeye karşı açlığı ve merakı artacaktır.
Güzel ahlakın menşei olan özellikler hep tabiatta sergilenmektedir. Tabiat kitabında tezahür eden düzen-nizam ve terbiye, sanat ve tasarım, temizlik ve israfsızlık-iktisat, faaliyet ve yardımlaşma, şefkat ve merhamet, iktisat ve adalet .. gibi hakikatlerinin görülmesi ve gözlenmesi ile insan fıtratında bu özellikler tabiat ve ahlak halini alacaktır. Böylece talim ve terbiye gerçek anlamda etkisini gösterecektir… Doğadaki hassas mekanizmaları ve düzeni ileri düzeyde fark eden insanda takdir ve saygı duyguları gibi insani meziyetler gelişecektir.
Şüphesiz kâinat kitabının okuru haline gelme ile doğacak farkındalık, ekolojik dengenin korunması ve çevrecilik şuurunun gelişmesinin en kuvvetli müşevviki ola-caktır. Tabiat, içindekileri ile birlikte bize emanet edilmiş olduğu gerçeği daha iyi fark edilecektir. İnsanlar tabiatla ve topyekûn kâinat ve içindekilerle bütünleşecektir
Bu Kitap Niçin Hazırlandı?
Önemli olan kendimiz olmak, evrensel bilim ve hikmetten beslensek de kendi kültür ve medeniyetimizin gereği olan üslubu bulmak yolunda çabaların içine girmektir.
Bilim diye, objektiflik diye sunulanlar inançsızlık aşısı aşılanmaya çalışılıyor ve gerçeklerle buluşmak önleniyorsa ortada ciddi bir problem var demektir. Bilim üze-rindeki ideolojik ve dogmatik öğeler hakim vaziyetinden dolayı öğrenilenler “irfana” dönüşmüyorsa, okullar bir çok eğriliğin mekanı halini almışsa derslerin özellikle müfredat boyutu ile sorgulanmasına ihtiyaç bulunuyor.
İhtiyaç duyduğumuz şey bilimlerin yeni bakış açısı (manayı harfi) ile yeniden inşa edilmesi, kimlik kazanmasıdır. Bu çalışma, müfredat yapıcıların işini kolaylaştırmak için rehber bir kitap olabilir.
30 bilim adamı ve uzmanın bir araya getirildiği bu eserin koordinasyonunu öteden beri Yaratılış hususlarında çalışmaları ile tanıdğımız Prof. Dr. Adem Tatlı hoca yaptı. Bu kitabın Üsküdar Üniversitesi’nde basımına destek veren Prof. Dr. Nevzat Tarhan’a ve ikinci baskıda editörlüğünü üstlenen Prof. Dr. İbrahim Özdemir’e teşekkür ediyoruz.
2. önsöz
BİLİMLERDEKİ HAKİKAT
İlginçtir ki ülkemizde hala 19. yüzyılın mekanik anlayış – katı materyalist düşünce ve tek doğrululuğa dayalı ezberci eğitim yöntemleri hakim durumdadır.
Dersler, sadece muhtevaları ile değil, aynı zamanda eğitim yöntem ve usulleri ile de hala 19. yüzyıldan kalma determinist ve positivist -tek doğrulu- bilgi yüklemeye dayalı (sınav odaklı ezberci sistem) sistemle verilmektedir. Geçen yüzyıl içerisinde gelişen kuantum ve izafiyet gibi pozitif bilimlerin keşifleri ile ortaya çıkarılan bütüncül ve manevi bakış açılarının; yeni öğrenme paradigmalarının ders kitaplarına henüz yansıtılamamıştır.
Kuru ezberci eğitimi düzeninin hâkimiyeti ve sınavcı anlayışın devamı ile insanımız bir yandan fikir yürütemez (düşünemez- sorgulayamaz) hale getirilirken, bir yandan da kaba ve ilkel Hume’ci tarz ideolojik ve felsefi yaklaşımlara mahkum kılınmaktadır. Üstelik insanımızın imanı ve inancı (ve dolayısı ile ahlakı) elinden alınmaktadır.
Klasik fizik anlayışının Newton paradigmasının hakim olduğu sosyal bilimlerde çalışan çoğu araştırmacı genellikle tek bir paradigma ya da nedensellik çizgisi ile yetinilebileceğini düşünür. Ülkemiz eğitiminin sisteminde hala bu klasik paradigmanın hâkim olduğunu görmek zor değildir. Örneğin okullarımızda cevapları belli sorular ezberletilmekte, sınavlar eğitimin yerini almış görünmektedir. Bu yaklaşım bilimin sadece diploma ve meslek kazandıran konuma indirgenmesine ve eğitimi, anlamsız/ verimsiz/sonuçsuz bir çabaya indirgemektedir.
Uzun yıllar, eğitim sistemimiz, köklerinden ve değerlerden laiklik gerekçe gösterilerek uzak tutuldu. Hâlbuki laiklikte örnek gösterilen Batı, Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma temelleri üzerine kuruludur. Batı uygarlığına mensup toplumların istisnasız hepsinin eğitim sistemleri bu iki eksende gelişmiştir. Örneğin Amerikan eğitim sistemi Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlık fikri ve tecrübeleri üzerine atılmıştır. Neil Postman, Building a Bridge to the Eighteenth Century (2000) adlı kitabında Amerika’daki eğitimin, Amerika’nın kuruluş safhalarında, neredeyse bütünüyle dinle irtibatlandırılarak inşa edildiğine (s.158) dikkat çeker; Yine aynı kitaptan, Amerikan eğitim sisteminin Yahudi-Hıristiyan ve Grek-Roma uygarlığının temelleri üzerine bina edildiğini ve Fransa’daki ortaöğretim kurumlarının üçte biri Katolik okulları olduğunu öğreniyoruz (s.159).
İdeolojiye ve Mataryalizme Alet Edilen Bilimler
Metafizik boyuttan uzak modern ideolojik bilim ise çoğunlukla zekice kurgulanmış (bazen zekâdan da yoksun), belli bir hedefi olmayan, hakikatten kopmuş ve dolayısıyla hikmeti olmayan entelektüel bir oyun görüntüsü vermektedir. Modern felsefenin rasyonalist, seküler, aydınlanmacı ve pozitivist karakteri modern bilimin niceliksel alanda elde ettiği başarıları arkasına almış ve evrenin sırrını çözebileceğini vehmetmiştir. Ancak geldiği nokta itibarı ile tam bir anlamsızlık girdabıdır. İnsanlar, ruhani bağlarından kopartılıp, bencil ve egoist bir düşünce yapısına sahip kılınmaktadır. Bu yüzden insanlık fazilet değerlerinden sıyrılarak huzursuz edilmiştir. Mevcut bilimler için paradigma eksik, yanlış ve hastalıklarla dolu bulunuyor. Bu yüzden insani değerlerle eğitim ve bilim anlayışı arasında genetik uyumsuzluk her zaman dikkat çekmektedir.
Günümüz insanımızın gerçeğe ulaşmasında ve bilimin dünyevileşmesinde ve metafizikle bağlantısının kesilmesinde üç felsefi akım sorumlu görünüyor. Bilimsellik kılıfı ile karşımıza çıkan akımları şu cümlelerle özetleyebiliriz. (a) Sebepler meydana getirdi. (b) Kendi kendine oldu. (c) Tabiat yaptı
Bilimsel olayları, katı sebep-sonuç münasebeti ile anlatmak için sebeplerin yaratıcı konumuna çıkarıldığı; böylece ateizmi ideoloji-din haline getirildiği akımlardan birisi Hume’ci felsefe anlayışıdır.
Hume’ci anlayış, olaylarda katı bir sebep-netice münasebeti bulunduğunu iddia eder. Maddî sebeplerin belirli şartlar altında, sürekli belirli neticeler doğurduğunu ileri sürer. Bilimi, maddî sebeplere indirger. [1]
Hume’ci tarz anlayışlar bilimde öylesine hâkim vaziyette bulunuyor ki ateist olmayan çoğu insan bile az çok bu etkinin altında kalmaktadır. Konuyu örneklerle şöyle açıklayabiliriz: Bazı şeylerin eşit uzaklıklı orta noktası; yani gözlem yapıp, karar verebileceğimiz tarafsız bir orta noktası bulunmamaktadır. Örneğin: “Yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, oluşum” gibi nötr ve olgusal görünen her ifade, aslında “Bir Yaratıcı ve Sahip yoktur. varsa bile bu işle ilgisi yok(muş)!” mesaj ve emrini şuurumuzun filtrelerine uğramadan bilinçaltına kodlanmaktadır. Bizim önce bakışımız, sonra sözümüz, en sonra da davranışımız bu fikre göre programlanır.
Eğer “ben yürüyorum, yürütülmüyorum” diye bir iddiamız varsa; yürümek eyleminde bizim yaptığımız ancak “yürümeyi istemek, niyet etmek”, şeklindeki irade ve kesbimizdir. Bir şeyi nasıl yaptığımızı, nasıl gerçekleştiğini bilmiyorsak ve vücudumuzda gerçekleşirken bile şuurumuzla nelerin nasıl olduğunu fark edemiyorsak; “ben yapıyorum, kendimi ben yürütüyorum” iddiası içine girebiliriz.
İşte Bilim’in ateist, materyalist, determinist ve natüralist felsefesine göre kur-gulanmış ifadelerdeki gizli ve derin anlam/mesajlarla ortaya çıkan “sakat bilgi vi-rüsü” kâinat ve içindeki mevcudat ve hâdiseleri yanlış gören/değerlendiren bir bakış açısı kazandırmaktadır. Zihnen hasta hale gelen günümüz insanı eşyadan duyula-rına gelen mesajları doğru algıladığını ve anladığını zannetmektedir. Yanlış anlayışının ya da şirkinin farkında ol(a)mamaktadır. Çoğu insan az veya çok, bu gizli – açık şirk veya “hakikâti örtme” anlamında küfür bulaşıklarına maruz kalmaktadır.
Ülke, din ve milliyetten bağımsız olarak, dünyevileşmiş bilim’in “bilimsel(lik) formatından” geçmiş olanlar, kâinat ve hâdiseleri bu gözle okumakta; daha derin ve geniş ve zengin başka bir okuyuş olabileceğine ihtimâl bile ver(e)memekteler! Üstelik bilime hakim güçler bu anlayışı bilim diye yutturmakta, bunu yaparken evrensel ve olgusal ve tarafsız olduğunu söylemektedir.
Bilimin Özgürlük Mücadelesi
Bilimin materyalizme alet edilmesine karşı çıkan ve bu konuda fikir akımı geliştiren bir çok araştırmacı ve fikir adamı vardır. Bunlardan birisi bilim adam-larından birisi Roy Bhaskar’dır. İngiliz bilim adamı Roy Bhaskar öncülüğünü yaptığı yeni güçlü bir fikir akımı ile seküler bilim anlayışının temelsiz olduğu, bilimsel olmadığını anlatılmaya çalışılmaktadır. “Eleştirel gerçeklik, fizikötesi gerçeklik veya gerçeklik ötesi” adları ile bilinen bu fikir akımı, modern bilimin gerçeğinin çok dar bir yanını gördüğünü ifade eder.
Bhaskar gerçekliği üç kategoride ele alır: (i) Hakikat, (ii) olgu ve (iii) gözlem. Kâinattaki her şeyin dayandığı bir “İlim” ve “Kudret” hakikati vardır. Yani, gerçeğin arkasında ona şekil veren bir ilmî kalıp ve güç vardır. Olgu kudretin gerçeğe şekil verme halkasıdır. Olguların gözlemlerimizle alâkası yoktur. Nitekim farkına varama-dığımız birçok olgu vardır. Ancak, biz bilmesek de, onlar gerçektir. Üçüncü en dar kategori ise, gözlemlerimizden oluşan deneye dayalı bilgidir.
Bhaskar, Hume’cu bilim anlayışının gerçekliğin üçüncü kategorisinde kaldığını ve ötesini göremediğini söyler. Bhaskar bu konuda şunları söyler: ‘Bu dar dairedeki gözlemlerimizin perde arkasındaki derin mekanizmaları anlamakla ancak hakikat anlaşılabilir hale gelir. Yoksa, gördüğümüz düzenliliklere ‘evrensel kanunlar’ diyerek, gerçeğin aslında bu kanunlardan geldiğini söylemek büyük hatadır’.
Bhaskar’a göre, modern bilim, kâinattaki kanunları gerçeklikle karıştırıyor. Düzenlilik gösteren kanunlar, algıladığımız olguları açıklayan gerçeklik olamaz. Belirli sebeplerin sürekli belirli neticelerle birlikte gözükmesi, söz konusu sebeplerin o neticeleri yaptığı mânâsına gelmez. Çünkü sebepleri incelediğimizde, neticeleri yapabilecek bir öze sahip olmadığını anlıyoruz. Sebep-netice münasebeti, bizim zihnî kurgumuzun ürünüdür. Gördüğümüz sebepler neticeleri yapamaz.[2]
Din ve Bilim Münasebeti
Bilim ve tekniğe, mesleğe ve hayata dair sorulara cevap ürettiği gibi dini hakikatleri anlamada da destek olmaktadır. Böylece, Fen bilimleri ve diğer bilimler kültüre ve medeniyete olduğu kadar dini hayata dair sorulara da cevap verdiği ve çözüm ürettiği ölçüde anlam kazanmaktadır.
Konuyu islam dini bağlamında ele alırsak, İslam dini bilimsel araştırmalardan ve bulgulardan bir tedirginlik duymamakta bilakis kendine güveninden dolayı bunu teşvik etmektedir. Bunun somut delili Allah’ın Kuran’da insanları araştırmaya, düşünmeye ve bilmeye yöneltilmesi ile ilgili birçok ayetlerin varlığıdır.[3] Zira, yaratılış mucizesinin sırlarını bilen bir insan Allah’ın varlığına kesin bir bilgiyle kanaat getirir. Bilginin detaylarına inildikçe özellikle çıplak gözle algılanamayan mikro-kozmik ve makrokozmik alana inildiğinde) bu kanaat daha da güçlenir. Bilimsel araştırma ve çalışmaların en büyük bir teşvikçisi hak din olan İslamiyet olmuştur.
Bilim ve dinin tanımlarında ortak olmayan noktalar olabilir. Evrim teorisinde olduğu gibi, bilimin tanım ve kıstaslarını taşımayan ideolojik ve siyasî yaklaşımlar, ya da bir takım ön kabuller, bilim olarak takdim ediliyorsa, bu tezat dinin kendisinde değil, bilimin inançsızlığa alet edilmesinden, ve bilimi materyalizmin malı olarak görme anlayışından kaynaklanmaktadır.
Fen eğitiminin temel bir gayesi, insanı aldığı eğitim sonucunda kendisi için yaratıldığı ve tasarlandığı belli olan tabiatı doğru anlamak olmalıdır. İnsan her şeyden önce kâinat kitabının bir okuru haline gelmelidir. Zaten Kuran’ın ilk emri “oku” dur (Alak,1). Konuya bu açıdan bakınca hak dinle bilimin maksatları birleşmektedir. Fen bilimleri Allah’a ve inanca ait gerçekleri tanımanın aracı olmaktadır.
Bilimin dine hizmet etmesi, yaratılışla ilgili sırlara cevap vermesi gerektiğini bir çok Bilimin kurucu zirveleri de dikkat çekerler: Böylece bilime doğru hedef çizerler. Örneğin Atom teorisinin önemli mimarlarından Erwin Schrödinger bu konuda şunları söyler: ‘Bilimin insanlığa en büyük katkılarından birisi, hepimizi doğrudan alâkadar eden; ‘kimiz, nereden geliyoruz ve nereye gideceğiz?’ sorularının cevabını bulmak veya zihinleri bu konularda rahatlatmak olacaktır’.[4]
Yirminci asır içinde, maddeci felsefeyi kökünden sarsan gelişmeler oldu. Din bilim layikliği olmadığı daha iyi anlaşıldı. Zaten 20. Yüzyılın başlarından itibaren Materyalizmi kökünden sarsan, temelinden yıkan gelişmeler başgösterince zihinlerdeki dönüşüm gecikmedi. Fizikçi Paul Davies (1946-) bu gelişmeyi şöyle özetler: “Fizikî âlemin temelini teşkil eden katı birimler, bir bir eridi, hepsinin yerini metafizik bir okyanusun var-yok arası dalgalanmaları aldı. Yeni fiziğin bu fizikötesi yönelişi, çoğu insanın zihninde felsefî ve dinî dönüşümler başlattı; hepsi bu keşifleri, hâlihazır modern teknoloji toplumunun temeli olan materyalist ve katı dünyadan bir silkinme olarak gördüler.”.[5]
Bu gelişmeleri ifade eden bilim adamlarından birisi Teksas Üniversitesi Beşeri Bilimler Profesörü Frederic Turner’dir(1861–1932). Kanaatını şöyle ifade eder: “Kâinat dev bir piramit gibi; piramidin en altında matematik var, onun bir üstünde fizik yer alıyor, böylece en üste doğru çıktıkça sanat ve felsefe geliyor ve onların da üstünde ilâhiyat yer alıyor. Bu anlaşıldığında, bilim Rönesans’tan sonraki en büyük devrini yaşayacak, ilahî olan ile tabiî olan ayrımı sona erecektir.”
1964 yılında Nobel Tıp Mükâfatı’nı alan John Eccles (1903–1997) daha farklı bir kanaat sergiler: “Bilim, şu hâliyle ne herhangi birimizin var oluş hikmetini açıklaya-bilir ne de şu temel sorulara cevap getirebilir: ‘Ben kimim? Neden buradayım ve neden yaşıyorum? Öldükten sonra ne olacağım?’ Bunlar bilimin sınırını aşan sırlar-dır.” Robert Jastow da: “Bilim asla yaratılış sırrının üstündeki perdeyi kaldırama-yacak.” sözleriyle aynı fikri paylaşır.
1980 Nobel Tıp Mükâfatı sahibi nörofizyolog Roger Sperry (1913–1994) 1983’ teki bir mülâkatında; “Bilimin kendisi materyalizmle çatışır. Bilim ile din neden çatışsın ki?” diye sorar ve devam eder: “Esasen bu ‘din bilimle çatışır şartlanması’ materyalist felsefenin bilim olarak kabul edildiği zamanlardan kalmadır.”[6]
İlah gerçeğine ulaşmak için yollar çeşitlidir. Salt akıl bu yolda yeterli olmamak-tadır. Örneğin İlahi gerçeklere/hakikate ulaşmak için St.Thomas tabiattan, Descar-tes ise düşünceden yola çıkar. Pascal ise, kalbten yola çıkıyor ve kalbin ışığıyla sezilen bir İlaha varıyordu.[7] “İman isbattan farklıdır; o, kalbtedir.” demişti.[8] Pascal, kendisine has yaklaşım biçimiyle, varoluş felsefesinin öncüleri arasında sayılır.[9] Varoluşu hayret ve hayranlık dolu bir temaşa ile seyreder. Bizi yalnızlığımızın, kaderimizin ve hiçliğimizin karşısına diker;[10] “Her şey, okunması zor olan şifreler halinde yazılmıştır. Evrende aydınlıkla karanlığın tuhaf bir karışımı halinde bulunmaktadır. Kısaca, bizler bir yarı karanlık içindeyiz!”[11] der. Pascal akıl ile kalbin fonksiyonlarını zıtlıklardan bir dengeye ulaştırmak için çaba sarf etmiş. Bir yandan “Tanrı’yı tanıma-da kalb esastır” derken, diğer yandan akıl unsurunun terk edilemeyeceğini dile getirir. Varlığın dış çeperinin iç âlem ve manevî oluşla bir ahenk içinde birlikteliğini zorunlu görür. O’na göre şimdi, Tanrı’ya boyun eğmek istemeyen gururlu insanın Yaratıcı’ya boyun eğerek diz çökmesi, dudaklarıyla yakarması gerekir.[11]
[1] Hossein, N.S. (2007), Man and Nature: The Spiritual Crisis in Modern Man, Kazi Publications.
[2] Collier, A.,(1994), Critical Realism:An Introduction to Roy Bhaskar’s Philosophy,London: Verso.
[3] Kuran-ı Kerim’de düşünme üzerine ayetlerden bir kaçı: O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır (Casiye/13). Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) ALLAH’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler: )Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru ! (Al-i İmran ,191). Hiç yaratan (ALLAH), yaratmayan (putlar) gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?” (Nahl,17). “Sana bu kitabı indiren O’dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkar-mak için, bir de kendi keyflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini ALLAH’dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, “Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.” (Al-i imran, 7) . “Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onlara uğrar ve üzerlerinden geçersiniz. Hâlâ akıl edip düşünmez misiniz? (Saffat, 137-138)
[4] Schrödinger, E. (1999 ). Yaşam Nedir? (çev. C. Kapkın). İstanbul, Evrim yayınları.
[5] (Building a Bridge to the 18th Century: How the Past Can Improve Our Future [Neil Postman, Paperback: 224 pages; Publisher: Vintage (October 10, 2000).
[6] Bu kabil sözleri Metin Karabaşoğlu’nun …
[7] Pascal, Pensees, s.65; Wahl, a.e. s.30.
[8] Wahl, Tableau, s.32.
[9] La phihsophie, Savoir Moderne, Artdre Noiray başkanlığında, Paris,1969, 1,195; Dindar, Bilal, EMounier ve Personalizm, Erzurum Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi Doçentlik tezi (Basılmamış, 1980), s.17; Foulquie, Varoluş felsefesi, s. 9; Aksoy, Ekrem, “Yazın ile felsefenin eylemde buluşması”, Türk dili (Aylık dil ve yazın dergisi), sayı: 349 (Ocak 1981), 2.bsk. s.314.
[10] Wahl, Jean, Tableau de la phitosophie francaise. Gallimard, 1962, s.30.
[11] Wahl, a.e.. s.31.