Bilime Hedef Lazım

Prof. Dr. Osman Çakmak

Savunma Sanayiindeki Başarının Sırrı

Savunma sanayindeki dışa bağımlılık oranı hızla azalarak yerlilik oranı yüzde 24’ten yüzde 60’ların üzerine çıktı. Bugün  savunma sanayimiz küçük ve orta ölçekli binlerce şirketimiz, Ar-Ge ve tasarım merkezlerimiz ve üniversitelerimizin katılımı ile milli bir yapıya dönüştü. Savunma sanayisinde sadece parça üreten değil aynı zamanda teknoloji de üreten ülke konumuna geldik.

Bu  sektör  şimdi  60 binden fazla nitelikli istihdam oluşturuyor. Savunma sanayi sektörümüzün yıllık cirosu geçen yıl itibarıyla 6 milyar dolara yaklaşmış, ihracatımız ise 1 milyar 700 milyon dolar seviyesine ulaşmış bulunuyor. Savunma sanayi alanında en gelişmiş 10 ülke arasına girme hedefi gerçekleşecek görünüyor.

Türkiye’nin kendi piyade tüfeğini, tankını, savaş gemisini, taarruz helikopterini, silahlı İHA’sını ve uydusunu yapıyor.  Yakın gelecekte de kendi savaş uçağını, yüksek irtifa hava ve füze savunma sistemlerini, uçak motorunu ve yerli denizaltılarını da üretecek.

Bu kadar ileri teknoloji ürünün yerli  kaynaklarca hayata geçirilmesi şunu gösteriyor:   Hedef  konulduğunda ülke olarak başarılamayacak  bir şey yoktur.  Türkiye’de   ileri teknoloji ürünlerini  hayata geçirecek  potansiyel var.

Türkiye artık  kritik teknolojiye sahip savunma sistemlerini yerli imkanlarla tasarlayıp üretebiliyor.  Şimdi aklımıza gelen soru su.  Savunma sanayisinde  bu başarıları gösterirken  diğer alanlarda    hala  büyük oranda dışa bağımlı durumdayız?

Tarım alanında, gıda alanında, ilaç sektöründe  yerli imkanlarla üretim için savunma sanayiinde olduğu gibi hedef konulmuş değil.

Bu alanlarda hala  başkalarının buluşlarını, patentlerini kopya edip duruyoruz. Kendi buluşlarımızı yapmak için araştırmaya hedef ve strateji kazandırmış değiliz.

Üniversitelerdeki Potansiyeli Halka Taşıyacak Mekanizmalar

Dikkatlerin üniversitelere çevrilmesi gerekiyor. Şu can alıcı soruyu kendimize soruyoruz.  Peki neden üniversitelerimizden kalkınma ve gelişme için hatırı sayılır bir fayda olmuyor? Halbuki üniversiteleri toplumu  yeniliklerle/buluşlarla  buluşturmak için vardır.   Peki üniversitelerimizde bilimsel potansiyel   neden olduğu yerde kalmaktadır?

Bu sorunun çok açık bir cevabı var.  Üniversitelerdeki potansiyeli halka taşıyacak mekanizmalar kurulmamıştır. Bilim politikası ve hedef konulamadığından, üniversitelerimiz, kendilerinin toplumun gelişimi ve sorunlarının çözümü için var olduğu gerçeğini unutmaktadır. Ülkemizde bilim hedefleri (misyon ve vizyon) ortaya konulmadığından, ‘Dostlar alışverişte görsün’ kabilinden, doktora alınsın, doçent olunsun diye araştırma faaliyetleri yürütülmektedir. Üniversitelerde “bilimsel  yayın” yapılınca ve özellikle atıflar indeksine (citiation index) giren yayın yapınca her şeyin hallolduğu havasına girilmektedir.. Sonuçta üniversitelerden topluma  ciddi bir iktisadi katkı ve  önemli bir sanayi hamlesi yahut da uluslararası pazarlarda bazı açık veya eksikler bulup oraları tutma gibi gelişmeler olmuyor. Üniversitelerin halktan kopukluğunun sonucu olarak   en temel bilgiler  bile halka mal olamamaktadır.  İleri teknoloji bir yana  yaygın teknoloji için bile (örneğin basit bir makinenin geliştirilmesi için) sanayici üniversiteden yardım alamamaktadır.  Tabi ki istisna örnekler  bulunmaktadır. Biz genel durumdan söz ediyoruz.

Bilim politikası ve hedef olmayınca üniversitelerde çok değerli buluşlar yapılsa da bu buluş ve gelişmeler üretime dönüşememektedir. Ülkemizde sanayicilerin araştırma geliştirme amacıyla üniversitelere müracaat etmemelerinin ana nedeni ülkemizin “bilim politikasının” belirlenmemiş olması, belirlenmiş olsa bile üniversiteleri, hatta hükümeti bile “bağlamaması” yani hayata geçirilmesi için gerekli tedbirlerin alınmamış olmasıdır.

Hedef olmayınca, koruma ve teşvik bulunmayınca üniversite rastgele konularda araştırma yapmak zorunda kalmakta; sanayici de hangi sanayi dallarına yöneleceğini bilememektedir. Ülke olarak bilim ve araştırma hedeflerinin belirlenmemesi,  ısrarla uygulanan bir bilim politikasının  bir araştırma geliştirme siyasetinin bulunmaması,  AR-GE’nin  ve üniversite sanayi işbirliğinin oluşmamasının en büyük nedenini teşkil etmektedir.

Çıkış Noktaları

Şu halde dikkatleri bilim politikasına ve planlamaya  çeviriyoruz. Bilim politikaları hazırlarken,  çıkış noktaları neler olacak?  Türkiye bir kere   iddialı olacağı alanları  belirlemelidir. Örneğin  kimya  alanında (özellikle sentez, organik, biyokimya)   büyük potansiyel var ülkemizde.  İkinci iddialı olacağımız alan tarımdır.   Özellikle organik tarım ve  gıda sanayi.  Avrupa’nın toplam gıda potansiyeli 1  trilyon dolar. Ortadoğu,  Balkanlar,  Kafkasların toplam gıda pazar büyüklüğü 1.5 trilyon dolar kadar. Türkiye şimdiye kadar çoğu kere yanlış yöne baktı. Halbuki Türkiye’nin çevresi  fırsatlarla dolu. Tarımda yapılan yanlışlıklar    politikasızlıklar  akıl almaz boyuttadır.  Örneğin Türkiye’nin yurdışından kurbanlık hayvan ithal etmesi ve  saman ithal etmesi çok büyük bir talihsizlik  olmaktadır.  Tarımla uğraşan bir aileye mensup olduğumdan   bu alanda  yapılan yanlışlıkları,  çiftçilerin  ve tarım sektörünün  mağduriyetlerini yakından görme şansım oluyor.

Kimya ve biyokimya ülkemizin  kalkınmada  anahtar noktalarından birisi.  Türkiye ilaç ve kimyasal maddenin % 90 civarında dışarıdan temin ediyor.  Bugün kimya sanayiine yön verilse, güdümlü projelere geçilse    dışarıdan aldığımız çoğu ilaçları ve kimyasal maddeleri, çözücüleri, temizlik, gıda katkı maddeleri vs kendimiz yapabiliriz.  Halbuki  kimyasal hemen her şeyi dışarıdan aldığımızdan kimyagerler iş bulamamaktadır.  Bilime dayanmayan ve dışarı ile rekabet edemeyen kopya kimya endüstrilerinin var olması bizi yanıltmamalı. Almanyada uzun süre araştırma için kaldım. Orada kimya bölümünü bitirenlerin büyük çoğunluğu doktoralı. Doktoralı elemanların tamamına yakının sanayide istihdam edilmektedir. Almanya’nın Kimya sanayiinde güçlü olmasının arkasında işte bu kimyacı araştırmacı ordusu vardır.   Avrupa ülkelerinde  tek bir ilaç firması bile  onbinlerce araştırmacı çalıştırıyor. Aklımda kaldığı kadarıyla Siemens firmasında 40 bin araştırmacı bulunuyor. Bunların yarısı doktoralı..

Üniversite Reformu 

Tabi ki öncelikle üniversitelerimizin  YÖK sisteminin sultasından özgürlüğüne kavuşması araştıran insanların önünün açılması gerekir. Üniversitelerdeki çalışkan ve üretken bilim adamlarının önünün açılması  kalkınmada anahtar noktayı teşkil ediyor.

Öncelikle  üniversiteleri tek tipleştiren   YÖK yasası kaldırılmalı  Yeni YÖK yasası, şekli ayrıntılardan uzak olmalı ve  sade ve oldukça kısa (belki de 3-5  sayfadan ibaret)  tutulmalıdır.  Görev ve misyon tanımından  öte şekli ayrıntılara yer vermemelidir. Halkın temsilcilerinin de yer aldığı bir  yönetim sistemi oluşturulmalıdır.   Ta ki üniversiteler halka yenilikleri ulaştırmada öncü konuma yükselsin  ve üniversitelerin,  tek tipleşmesinin  ve birbirinin kopyası olmasının önüne geçilsin. Böylece  her bir üniversitenin kendi özgünlükleri içinde gelişmelerinin yolu açılsın.

Bilim Politikası -Hedefli/güdümlü projeler-  Nasıl  Oluşturulur?

Öncelikle yapılması gereken Türkiye için kritik olan araştırma önceliklerinin belirlenmesidir. Mesela ülke dışından aldıklarımızın Türkiye’de üretilmesi araştırma önceliklerimizdendir.  Bilim politika ve stratejilerini oluşturmak istediğimizde işe nereden başlayacağız?  Önce araştırma önceliklerini belirledik. Sonra?..  Bu öncelikler ilan edilir. Bu vatandaşa mesajdır. Dünya nerede biz neredeyiz. O zaman   üniversitelere,  TÜBİTAK gibi araştırmaları destekleyen ve yönlendiren kurumlara misyon havası gelir.

Misyon yani hedef ve araştırma amaçları aşağıdan yukarı doğru süzüle süzüle yükselmelidir.  İlgili toplum tabakalarını çözümün bir parçası haline getiren – aşağıdan yukarı yükselen- bu çözüm anlayışı gerçek demokrasinin uygulanmasıdır.  O zaman, herkes önceliklere ve hedefe sahip çıkacaktır. Akademisyenler de böylece yönlendirilmiş olacak; devletin kaynakları da belirlenen hedefe ve misyon doğrultusunda kullanılmaya başlayacaktır.

İlgili kesimleri bağlayan bilim ve araştırma politika ve stratejileri, sanayicilerimizi hangi alana yatırım yapacakları konusunda belirsizlikten kurtaracaktır.   Üniversiteleri de  “amaçsız ve işe yaramayan araştırmalarla” uğraşmaktan vazgeçirecektir.

Ismarlama hazırlanan bilim politikalarının akibetini biliyoruz (örneğin vizyon 2023).   Vizyon 2023  ilgililerin katılımı olmadan (tabandan tavana yükselmeyen) bir  bilim politikaları hazırlama örneğidir. Bu yüzden toplum ve sanayi gerçeklerinden kopuk bir şekilde hazırlanan öncelik olarak ileri sürülen onlarca ve hatta  yüzlerce araştırma öncelikleri  çöle düşen yağmur  gibi etkisiz kalmaktadır.  TÜBİTAK tarafından oluşturulan bu  bilim ve araştırma öncelikleri ilgili kurumları bağlayan yaptırımları bulunmadığından,   hedefler  kağıt üzerinde kalmaya mahkum olmaktadır. Bunun en bariz örneği,  TÜBİTAK, DPT ve üniversite projelerine destekler verilirken bile,  bu önceliklerin  kaale alındığını göremiyoruz.

YÖK ün Temel Yanlışlığı

YÖK hala hocalara ders başına para vererek, onları bir lise öğretmeni seviyesinde gördüğünü belli ediyor. Halbuki şöyle azıcık kafamızı kaldırıp dünyanın bu işi nasıl yaptığına baksak bizim ne denli bir yanlışlığın içinde olduğumuzu görebiliriz.   Doktora-mastır yaptıran her araştırmacı hoca,  aldığı fonların bir kısmı  öğrencileri  “destekler”. Onların yeme, içme, ve ders paralarını o fondan karşılar. Bu fonlarda müthiş paralar döner, ve o fonları almak için bir yarış meydana gelir.  Bilimsel makalelere bakınız, çoğu zaman “bu araştırma, fon no ile (bir sayı) ile desteklenmiştir” gibi bir ibare içerirler.

Böyle bir sistem kurarsanız hocaların hepsi de araştırma ile uğraşmak zorunda kalacaktır.  O zaman proje yapamayan araştırma ile uğraşmayan hoca öğrenci bulamayacaktır. Kendini üniversiteden izole etmek  durumunda hissedecektir.  İşte size çalışanla çalışmayanı ayırdetmek için gerçek bir ölçüt..

Tabi ki bu paraların dosya yayınlarına,  sadece terfi için makale yazmaya gitmesini istemiyorsa devlet oturup araştırma hedeflerini ortaya koyacaktır. Bu durumda  hangi bilim dalının ne kadar para alacağını belirleyen devlet olacağı için “bilim dünyasına kendi stratejik ihtiyaçları ışığında yön verebilir . O musluğu değil, ötekini açar, bakarsınız  ülkenin önceliği ve ihtiyacı olan   bilim dalı coşar, öteki yerinde sayar. Bunlar  görüldüğü gibi hep bir “seçim” ve  tercihten ibarettir.  Bu seçimi yapacak olan da tabi  amatörler değildir.  “Yetkin” bilim adamları ülkenin sanayi-kalkınma temsilcileri ile bir araya gelerek bilim-araştırma politikaları oluşturacaklardır.

Akademik Terfilerde Yapılan Yanlışlıklar

Akademik terfilerde hali hazırdaki münferit yayınların esas alınması   öğretim üyelerinin birimlerinden ve çevresinden kopukluğu pekiştirmektedir. Türkiye’de akademik unvanların veriliş kriterleri   vizyon ve misyonsuzluğu ve birimlerdeki başına buyrukluğu teşvik edici mahiyettedir.  Bu çerçevede  yeni YÖK yasası hazırlanırken,  en önemli değişiklik ünvan verilirken yeni kriterler getirilmelidir:  Doçentlik ve profesörlük gibi unvan verilmesinde   öğretim üyesinin bölümüne, kurumuna, yöresine ve tüm ülkeye verdiği hizmet, yetiştirdiği insanlar, kurduğu/oluşturduğu alt yapı ve bilim ekolü gibi gerçek bilimsel kriterleri esas haline getirilmelidir.

Yüksek Öğretim Kanununda öyle değişiklikler yapmalıyız ki,  her yıl üniversitede hocalarının, halka ve    ve öğrenciye ne verdiği  sorgulanabilsin. Bilimsel yayın yapma,  “amaç” olmaktan çıkarılmalıdır.  Üniversite hocalarına asli görevinin, öğrenci yetiştirmek ve bilimi öncelikle kendi toplumu ile paylaşım esas  haline getirilmelidir.

Sadece YÖK değil, TÜBİTAK, TÜBA,   gibi diğer bilim  kuruluşları da yeniden yapılandırılmalıdır. Tüm bilim kurumları,  doğrudan topluma iktisadi/kültürel/sinai hizmet eder konuma getirilmelidir.  Türkiye’nin her yerindeki (yalnız İstanbul, Ankara değil) üniversitelerde yarı bağımsız araştırma merkezleri kurulmalıdır.

Sakat Bir Anlayış: Parayı Bastırınca Teknoloji Satın Alırız  

Bilimin sağlam temellerine göre üretim yapabilir hale gelmesi ve   kopyalama devrinin son bulması hepimizin ortak  arzusu.  Ancak bu arzunun fiilayata geçmesi konusunda hangi yapısal reformları yapmamız gerektiği konusunda kafa karışıklığı devam ediyor.

Siyasilerimiz   parayı bastırınca teknolojiyi satın alırız anlayışından vazgeçmedikçe,  teknoloji transferi yoluyla,  lisans ve patent  satın alma anlayışı  ile  ülkenin gerçek anlamda ileri gitmesi mümkün değildir.   Türkiye’yi teknoloji, askeri teçhizat ve sınai donanım konusunda başka devletlere bağımlı halden kurtarmanın  yolu   ısrarla takip edilen ve doğru bir şekilde belirlenmiş bilim ve araştırma politikalarıdır.

Evet,  nereye gittiğini  bilmeyen bir  kaptan için hiçbir rüzgarın faydası yoktur. Bizim ne yaptığımız değil, ne işe yaradığı önemlidir. Uygulamaya dönüşmeyen bilginin önemi yoktur.

İşte Bilimde  İhtiyaç Duyduğumuz   Yapısal  Reformlar!  

  1. Yeni YÖK yasası, şekli ayrıntılardan uzak sade ve oldukça kısa tutulmalı (belki de birkaç sayfadan ibaret), sadece misyonu öne çıkarmalı, görev tanımı yapmalıdır. Örneğin yükseköğretim kurumlarında her bir kurumun, birim ve alt birimlerinin (fakülte ve bölümler gibi) de misyonlarını açıkça belirlenmelidir. Alt birimlerin de görev tanımları ve ders ve eğitimlerin hedef ve amaçları açıkça ortaya konmalı ve bir üst birimin misyonu ile bütünlük sağlanmalıdır. Nasıl ki bir cihazda en küçük parçanın bütünle ve diğer kısımlarla bağları söz konusu ise üniversitelerde de her birimin diğer birimlerle bağlantısı ve karşılıklı sorumlulukları vardır. Bir organın vazifesini bilmeden o organdaki bir hücreyi değerlendirmek ve ona görev tanımı yapmak mümkün olmadığı gibi, üniversitede fakülte bölüm, enstitü, program birbiriyle bağlantılı ve görevleri açıkça ortaya konmalıdır.
  2. Bilim politikası ve araştırma önceliklerini belirlerken öncelikle dışarıdan aldıklarımızı içeride üretmenin yollarına bakacağız.    Bilim politikası  demek  kalkınmada planlamanın esas alınması ve işlerimizin bilimin sağlam temellerine göre yürütülmesi demektir;  liyakat ve kalitenin esas alınması,  işlerimize siyaset ve ideolojinin değil,  objektif kriterlerin hâkim olması demektir.   Toplumdan kopuk vaziyette sürdürülen doktora ve yüksek lisans gibi tüm araştırma faaliyetleriini, sanayinin gerçek hedeflerine, kalkınma önceliklerine ancak bilim politikası ve Ar-Ge hedefleri oluşturduğumuzda, yöneltebiliriz.
  3. Bir kere daha belirtelim ki üniversite – sanayi işbirliğinin oluşması için ülkemiz, kendi içindeki ve dünyadaki hedeflerini kısa, orta ve uzun vadeli olarak  ortaya konması, bunların hayata geçirileceği anlamı taşımamaktadır.   Elbette ki var olan politikanın gereklerinin, sistemsel bir yaklaşım, süreklilik, siyasi ya da toplumun ilgili bütün tabakalarına mal edilebilmiş bir kararlılık içinde ve tam bir bütün halinde hayata geçirilebiliyor muyuz?  Önemli olan budur.  Bunu da ancak ilgili mekanizmaları kurarak sağlayabiliriz. Bilim politikalarının hayata geçirilmesinde/oluşturulmasında birinci derecede sorumluluğun önüne “Bilim” ünvanı alan    Bilim Sanayi ve Teknoloji bakanlığına  ait olduğundan  bu bakanlık  acaba ne kadar haberdar?  Ve bu sorumluluğunu ne kadar yerine getiriyor acaba?

TÜBİTAK bünyesinde yer alan ‘Bilim teknoloji Yüksek Kurulu’ tarafından bilim politikaları sözde oluşturuluyor olabilir. Ama kamuoyunu, üniversiteleri ve o kurulun bağlı bulunduğu Başbakanlığı bile bağlayıcı hükümler bulunmayınca alınan kararlar, yansımasız ve yankısız kağıt üzerinde  kalmaktadır.

  1. Yeni kurulan üniversiteler yakınındaki gelişmiş üniversitelerle ilişkilendirilmeli  onlara ağabeylik görevi verilmelidir.  Yeni üniversitelerde  üstün başarı gösterenler, yanı başındaki üniversitede kısmî zamanlı olarak mastırını, doktorasını da bir taraftan yapmaları mümkün olmalıdır. Her bir üniversiteye konumlarına ve güçlü olduğu alanlara göre  ülkenin yeni genel hedeflerine bağlı araştırma konu ve görevleri verilmeli..  Ayrıca  zihnî emek ve   fazla fizikî yatırım gerektirmeyen dallarda da araştırma takımları kurulmalıdır.  Örneğin, tarımın, hayvancılığın canlandırılacağı yörelerdeki üniversitelerde moleküler biyoloji ile tohumculuğun, hayvan nesillerinin geliştirilmesine yönelik araştırmalara ağırlık verilmelidir.
  2. Gerçek öğrenme yaparak öğrenmedir. İnsan eksikliklerini yaparak  ve araştırarak öğrenir. Bunun için Dünyada artık ARGE personeli olarak  doktoralı elemanlar istihdamı yaygınlaşmıştır.   Ülkemizde ARGE  yaygın ve kazandırıcı hale gelirse  fen  ve teknik dallardan mezunlar iş bulmaya başlayacaklardır.  Yeni sanayi dallarında üretim yapacak bölgelerde   fizik, kimya, bilgisayar (yazılım ve donanım), mühendislik araştırma ve geliştirme merkezleri kurulmalıdır. Böylece, bu araştırma merkezlerlerinde yüzlerce doktoralı, mastırlı gençler için toplu iş sahaları açılacaktır.
  3. Gelişmesini tamamlamış üniversitelerde  tercüme merkezleri oluşturularak yabancı kaynaklar hızla Türkçeleştirilmeli, insanımıza yaygın bir şekilde  kendi dilinde en yeni kaynaklara ulaşma imkanı sunulmalıdır. Teknoloji değişimi ve gelişimi büyük sürat kazandığından   bilim ve teknoloji üretecek kurumlarımızın bu hıza yetişmesi için  merkezi konumdaki üniversitelere  bilgisayar ortamları öncelikle  bilim  ve teknoloji alanında kütüphaneleri kurulmalı. Dış ülkeler ile dinamik bağlar oluşturulmalı ve bu bağlar sürekli güçlendirilmelidir. Bir yandan da dışarıdaki beyin göçünün tersine çevirmenin yolları araştırılmalı,  oradakileri ülkeye çekecek formüller geliştirilmelidir.  Bir kısmından kadrosu orada kalmak üzere  kısmi statüde yararlanma yoluna gidilmelidir.
  4. Burs ve destek imkanlarının  artırılması ve çeşitlendirilmesi halinde  sadece yüksek lisans ve doktora değil,  doktora sonrası çalışmalar da yaygınlaşacaktır..Araştırma  merkezlerinin özel ve kamu iktisâdî kuruluşlarıyla sıkı temasları ve işbirliği geliştirilmelidir. Bu merkezlere alınacaklar  şimdi olduğu gibi yeteneği belirleyemeyen ALES ve KPSS gibi test sınav sonuçlarına göre değil , bilim ve teknik alanlarda düşünebilme ve  üretebilme yeteneklerine göre işe alınmalıdır.
  5. Akademisyenler hali hazırda “dosya yayını” yapmak gibi topluma faydasız çalışmalardan kurtarılıp ülkenin sosyal, kültürel ve fikrî alanda güçlendirecek öncelikli konularda araştırma yapılmasını sağlayacak tedbirler alınmalıdır.

Bu tedbirler alındığı takdirde  Türkiye oldukça kısa bir sürede Dünya’nın en güçlü devletlerinden biri haline gelebilir. Temennimiz devlet erkânı ve bürokratlarımızın, Türkiye’nin bilimsel ve teknolojik potansiyelini bir ân önce idrâk ederek gerekli önlemleri almaya başlamalarıdır.