Türk Eğitim Sisteminde Paradigma Arayışları
4-5 Kasım, 2006 Ankara
Bildiriler Kitabı: Eğitim-Bir-Sen Yayınları: 16, Sayfa 157-169
http://www.ebs.org.tr/ebs_files/files/yayinlarimiz/187-egitimbirsen.org.tr-187.pdf
ÜNİVERSİTE ÖNÜNDE YIĞILMA NASIL ÖNLENİR?
Prof. Dr. Osman Çakmak
Üniversite önündeki yüzbinlerden birisi de. Gecesi ve gündüzü ile hafta sonları ile kurslara katılıyor, özel ders alıyor, etütlere devam ediyor. Amaç daha çok test çözmek ve önündeki onbinleri geçebilmek… Yarış atı gibi hissediyor kendisini. Oyun, sanat, kitap okuma … Hepsini erteliyor. Deneme, gözlem, uygulama, araştırma… Adeta okuldan kapı dışarı edilmiş şeylerdi bunlar. Laboratuarlar acaba göstermelik miydi? Gitgide merakının dumura uğradığını ve bakışlarının donuklaştığını hissediyordu. Aile, okul ve çevre hep bir beklenti içinde. Ya başarılı olamazsa? Dü- şünmek bile istemiyordu. Ailesi ne kadar da fedakarlıklar gösteriyordu kendisi için! Hayat = yüz doksan beş dakika ÖSS den ibaret hale gelmişti adeta. Ürünlerinin yüzde seksenini çürüğe çıkaran bir fabrika gibi çalışıyordu ÖSS sistemi Bu fabrikanın çürüklerinden birisinin de kendisinin olma ihtimali yüksekti. Hayatının baharında mesleksizliğe ve adeta boşluğa terk edilmesine anlam veremiyordu. Sorularına kimse cevap vermiyordu. Bu anlamsız işkenceye yüzbinleri, hatta milyonları mahkum eden “büyüklere” karşı güveni gittikçe sarsılıyordu. Çözüm mevkiinde bulunanlar bu kadar açık gerçekleri göremiyorlardı? Görü- yorlarsa neden çözüm sunamıyorlardı?
BU SİSTEM DEMOKRATİK DEĞİL
Üniversite kapısındaki öğrencilerimizin hayatında ÖSS’den daha önemli bir şey yok. ÖSS sınav sistemi yüzünden gecesiyle gündüzü ile hafta sonu ile kurslarda perişan olan öğrencilerin ne denli baskı içinde kaldığını bilmeyen var mı? Ne yaparsak yapalım, isterse öğrencileri Avrupa’da sınavlara hazırlayalım, daha işin başında ÖSS endeksli eğitim ürününün yüzde sekseni “ÖSS fabrikasınca” çürüğe çıkarılıyor. Böyle bir fabrikayı aklı başında hangi işveren çalıştırır bilemiyorum ama ülkemizde bu sistemi pek sorgulayan yok! Hâlbuki bu fabrikanın çürüğe çıkardığı ürünler, hayatının baharında geleceğini kararttığımız gençler. Lise mezunu ne iş yapar, ne işe yarar? Hiç!.. Prof. Dr. Osman Çakmak 158 Bir eğitim sistemi, toplumdaki yetenek ve çeşitliliği keşfederek onu yerinde değerlendirecek bir esnek ortam meydana getiremiyorsa, orada insanların başarısından ve mutluluğundan nasıl söz edebiliriz? ÖSS sonuçları, her yıl aileleri düş kırıklığına itmeye devam ediyor. Oysa, büyük çoğunluğu varlıklı sayılamayacak bu aileler, ellerinde ne var ne yoksa harcayıp, başarılı olmaları için çocuklarını özel dershanelere göndermişlerdi. Türk Eğitim Derneği’nin yaptığı bir araştırmaya göre, aileler gelirlerinin yüzde 23’ünü üniversiteye giriş sınavı hazırlıklarına harcıyor. Çünkü artık ülkemizde, uygulanmakta olan sınav sisteminden ötürü, liselerimizde eğitim fiilen bitmiş, yerini hazırlık dersaneleri almış görünüyor. Verilere bakarsak, ÖSS sınavlarına giren adayların ancak yüzde 20 kadarı üniversitede okuma şansı buluyor. Kanaatimce gençliğin asıl sorunu üniversitede okuma imkânı bulamayan yaklaşık yüzde 80’lik çoğunluğun işsizlik ve mesleksizlikten nasıl kurtulacağı üzerinde düğümlenmektedir. Hâlbuki eğitim problemleri denince bu nokta göz ardı edilmektedir. ÖSS sistemi ve mesleki eğitimin yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğu a- çık. Çünkü her şeyden önce bu sistem ile demokratik davrandığımızı söyleyemeyiz. ”Her 5 lise mezunundan 4’ünün üniversiteye giremeyeceği dikkate alınırsa, bu yaklaşım Lise eğitiminde üniversiteyi kazanamayacakların esas alınması gerekirken, tüm imkânlar azınlığın üniversite kazanması için seferber edilmiş durumda. Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, azınlığın da haklarının korunmasını gerektirir. Yani çoğunluğun problemi ile ilgilenmiyoruz. Üniversite önünde yığılmanın önlenmesi için her kesimde ve her eğitim kurumunda hedef olarak üniversite gösterilmesi yanlış telakkisinin kaldırılması gerekiyor bir kere. Sonra tabi ki bu arada mesleklerin gerekli saygınlığa ulaştırılması önem arz ediyor. HERKES NEDEN ÜNİVERSİTE OKUMAK İSTİYOR? Lise çağındaki hemen her öğrencide neden üniversiteye girme arzusu var? Bu arzunun kaynağını araştırmalıyız öncelikle. Aksi halde üniversite ö- nünde yığılmalarla ilgili çözümlerimiz sonuçsuz kalacaktır. Üniversiteyi kazanmanın yolu Fen, Anadolu ya da diğer kültür ağırlıklı ders veren liselerden geçiyor diye buralara yöneliyor öğrenci. Üniversite mezunlarının daha kolay iş bulabileceği inancı yerleşmiş topluma. İnsanımızdaki bu yerleşik değer yargıları bu yığılmada önemli bir etken. Çünkü fiziki çaba gerektiren işler yapmayı, hizmet etmeyi bir aşağılanma olarak kabul eden değer yargılarımız var maalesef. Bir beceri sahibi olarak ayakları üzerinde durmayı değil, diploma sahibi olarak işsiz kalmayı tercih edebiliyoruz. Mevcut eğitim, üretim duygusunu ve kendine güveni geliştirmediğinden gençlerin dünyasına hazıra konma ve memur zihniyeti hâkim oluyor. Kendine güvenen ve üreten, problem çözmeyi bilen müteşebbis insan yetiştirmekten uzağında kalan bir eğitim yapımız var. Eğitim süreci üreten ve bilgiyi kullanan Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir? 159 özne değil, tüketen nesne konumunda herkesi kendine yardıma mecbur addeden, başkalarına muhtaç insan yetiştiriyor. Tabi önemli olan tüketimci toplum kavramından üretici toplum kavramına geçebilmek. Hiç şüpheniz olmasın o zaman meslek okulları daha da revaçta olacak. Üretken bir toplum anlayışına geçersek o zaman şimdiki devlet kapı- sında iş bulma anlayışı da sona erecektir.
DÜNYA BU İŞİ NASIL HALLEDİYOR?
AB’ye giriş sürecinde “uyum” konuları yoğun bir şekilde gündemde oldu- ğu hâlde “eğitimde uyum ve reform” konularının gündemde olmaması bu sü- reçte yapılması gereken öncelikleri bilmediğimizi gösteriyor. AB ülkelerini cazip hâle getiren şey, uygulanan kaliteli eğitim” vesilesi ile “çözmeyi ve üretmeyi bilen” “nitelik düzeyi yüksek” bir toplum hâline geldiklerinin farkında değiliz. Eğitim işini ciddiye alan ülkeler lise eğitimini son derece ağır, yüklü ve öğrenciye üniversite yolunu açan bir keyfiyete sokmuşlardır. Bir kısım AB ülkelerindeki liseleri örnek verirsek, liseden mezun olan bir genç, Batı medeniyetinin kültür dili olan Latince dahil, üç dört farklı yabancı dil öğrenmektedir. Ayrıca fen derslerini de ileri düzeyde öğrenmektedir. Bir örnek olması açısından diğer fen dersleri gibi kimya dersleri bizde oldukça yüzeysel bir yaklaşımla ve formüller yığını hâlinde, hayattan kopuk bir şekilde ve genelde uygulamadan uzak olarak verilir. Hâlbuki bu ülkelerde; lise seviyesinde kimya tek bir ders hâlinde değil; sınaî kimya, çevre kimyası, organik kimya, biyokimya dersleri ve laboratuvarları olarak çeşitlenmekte; derslerin uygulamalı olarak verilmesine özen gösterilmektedir. Gelişmiş kütüphanelerin de desteği ile derslerin araştırmaya dayalı projelerle yürütülmesine özel önem verilmektedir. Daha lise ça- ğında öğrenci araştırmayı, düşünmeyi, işbirliği hâlinde çalışmayı öğreniyor. Bazı sanatlarla da tanışıyor ve entelektüel birtakım zevklere sahip kılınıyor. Bu ülkelerde liseye gidebilmek için, bütün öğrenciler için uygulanan ana kriter, anadili ve matematik dersleridir. Öğrenci bu iki derste bütün lise eğitimi boyunca sürekli pekiyi notunu alma mecburiyetindedir. Aksi takdirde, daha farklı ve alt programa kaydırılmakta ve bu da üniversiteye girişi zora sokmaktadır. Lise eğitiminin tamamlanması, ancak önemli derslerden lise bitirme sınavı- nı kazanmakla gerçekleşmektedir. Almanya’da Abitur, Avusturya’da Matura olarak adlandırılan bu sınavlar bizim 1973-74 yıllarında kaldırdığımız bitirme sınavlarına benzemektedir. Lise eğitimi böylesine ciddi ve ağır hâle gelince ilköğretimde 20-25 kişilik bir sınıfta ancak 5-6 öğrenci liselere aday hâle geliyor. Üniversite önünde yı- ğılma bu şekilde önleniyor. Geri kalanlar ise başarılı olacağı ve severek yapacağı bir meslek dalına yönlendiriliyor. Diğer taraftan meslek liselerinde öğrenci istediği ve başarı gösterdiği takdirde sertifika sisteminin de avantajı ile bir liseye geçebiliyor. Dolayısıyla üniversiteye aday hâle geliyor. Prof. Dr. Osman Çakmak 160 MESLEK LİSELERİ NASIL CAZİP HALE GETİRİLİR? Bir yandan Türkiye’de ara eleman sıkıntısı yaşandığı ve mevcut eğitim sisteminin bu ihtiyaca cevap vermediği belirtilirken bir yandan da her branşta on binlerce diplomalı işsiz piyasada dolaşmaktadır. Buradaki çarpıklık; birincisi eğitimin ezberci metotlarla ve uygulamadan uzak bir şekilde sürdürülmesi yü- zünden öğrencinin okulunu bitirdiği hâlde mesleğini öğrenememesidir. Çarpıklığı oluşturan ikinci unsur ise kontenjanların gerçek ihtiyaçlara göre planlama ile belirlenememesidir. İşçi Bulma Kurumu’nca piyasanın gerçek ihtiyacına göre öğrenci kabulü- nün yapıldığı bir sistem kurulursa bu durumda mezun olan öğrencinin işsiz kalma gibi problemi ortadan kaldırılabilir. Ülkemizde astsubay ve polis okullarında kontenjanların ihtiyaç nisbetinde belirlenmesi, iş garantisi sağladığından, bu okulları gözde hâle getirmektedir. Yeri gelmişken bir konuya temas etmeden geçemeyeceğim. Katsayı uygulaması ile meslek liselilerinin önünün kesilmesi karşısında hükümet / bakanlık kolay ve daha makul yolda (meslek lisesi öğrencilerine lise diploması kazandırılması) çözüm üretmesi gerekirken sürekli geri tepen mevcut şartlarda çözümsüz kalacak yolda (katsayının kaldırılması) ısrar etti. Meslek lisesi mezunlarının eğitim gördükleri alanda mesleğe talip olmak yerine üniversite kapılarını zorlamalarının önemli bir sebebi meslek okullarının uygulamadan uzak eğitimleri ile öğrencinin okulunu bitirdiği halde mesleğini öğrenememesi, mesleği yürütmede kendine güven ve beceriye sahip olamamasıdır. Malum olduğu üzere diploma iş yapmamaktadır. Öncelikle yapılması gereken meslek okullarını liselere benzeyen eğitim yapısından kurtararak, piyasa ile uyumu ve uygulamaları ile modern hale getirmektir. Bundan sonra da isteyen öğrenciye lise fark derslerini vermeleri halinde lise diploması alma yolunun açılmasıdır. Bu yaz döneminde, yahut akşam (veya hafta sonu) liseleri uygulamaları ile isteyen meslek lisesi öğrencilerine (veya mezunlarına) lise fark derslerini tamamlamaları yolu ve imkânı açılabilir. Üniversitelerde 2. eğitim ve yaz okulu uygulamalarını göz önüne alırsak liselerin böyle bir uygulamayı kolaylıkla kaldıracağını düşünüyorum. Bu bir yıl içinde, hatta yaz tatilinde, ya da öğretim dönemlerinde akşam (veya hafta sonu) eğitimi verilebilir. Bu amaçlarla yeni liseler de oluşturulabilir. İmam hatip liseleri gibi bazı meslek liselerinde müfredat farkı sadece yüzde 10- 20 gibi bir dilimi kapsıyor ki, bir dönemlik derslerle bile bu farkın kapatılması mümkündür. 4 yıllık lise programında derslere sertifika sisteminin gelmesini, liseler arası yatay ve dikey geçişleri, meslek lisesi öğrencilerinin aynı zamanda bir lise diploması almasını kolaylaştırıcı unsur olabilir.
NE YAPMALI?
Lise programına gidemeyen öğrenciler, yeteneklerinin ve danışmanların yardımı ile mesleklere yönlendirilmeli ve Türkiye’de okulu olmayan hiçbir mes- Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir? 161 lek kalmamalıdır. Değişen dünya şartlarında ve Türkiye’nin AB’ye uyum süreci içerisinde, Türkiye’de de berber, kaportacı, sekreter, boyacı, sıvacı vesaire meslekler meslekî eğitim ve öğretim neticesinde elde edilmeli ve iş dünyamızda okullu meslek erbabı çalışmalıdır. Öğrenim çağındaki çok küçük yaşta çocukların çırak olarak iş kollarında ezilmesine ve sömürülmesine uygarlık değerleri ve insan hakları adına artık dur denmelidir. Sonuç olarak, tüm öğrencilerin bir meslek öğrenmesinin zorunlu hâle getirilmesi eğitim probleminin halledilmesinde temel çıkış noktasını teşkil etmektedir. Böyle bir sistem kurulduğu takdirde pek çok ana baba kendiliğinden çocukları için meslek öğrenimini tercih etmeye başlayacak; berberlikten boyacılı- ğa, ayakkabı tamirciliğinden çobanlığa, bilgisayar uzmanlığından gen ve çip teknolojilerine kadar her sahada meslek okulları yaygınlaşmaya başlayacaktır. Meslek okulları eğitimi ve uygulamaları ile çağdaş hâle getirilir, mesleğin gerektirdiği her türlü alet edevat ve atölye imkânları ile donatılırsa okulunu bitiren mesleğini gerçekten öğrenebilecek, sadece “diplomaya” değil aynı zamanda mesleğin gerektirdiği “yeterliliğe” de sahip olacaktır. Meslekî eğitimin ayağa kaldırılması, dolayısıyla üniversite kapılarındaki yığılmanın önlenmesi için ilk yapılması gereken işlerden birisi, “meslek sözlü- ğünün” hazırlanmasıdır. Bu çerçevede ikinci olarak mesleklerin yasal ve piyasa ile ilgili uyumunun sağlanması, son olarak da okul, atölye ve öğretmenlerin hazırlanmasıdır. Bir örnek verecek olursak, bizde 60 kadar meslek branşı varken; Almanya’da 470, Amerika’da 2000 civarında tanımlanmış meslek bulunuyor. Üstelik bu mesleklerin piyasa ve iş dünyası ile intibakı sağlanmış ve ayrıca yasal zemini oluşturulmuştur. Okulları, uygulama alanları ve öğretmenleri hazırlanmıştır. Böyle bir sistemi ülkemizde kurabilir miyiz? Bu iş tek bir bakanlığın (MEB) başaracağı ve yürüteceği iş olmadığından, Millî Eğitim Bakanlığı, İş ve İşçi Bulma Kurumu ile iş dünyası ve meslek odalarını da yanına almalıdır. Hatta, kontenjanların doğru belirlenmesi için DPT’yi ve doğru araştırma verileri için Yüksek Öğretim Kurumlarını da içine alacak mekanizmaların kurulması gerekir. Gerekli kanunî düzenlemeler yapılarak, mesleğinde uzmanlık belge ve diplomasına sahip olmayan hiçbir kimseye (meslek ne kadar basit görülürse görülsün) ilgili meslekte işe girme ve işyeri açma izni verilmezse o zaman ister istemez herkes bir meslek sahibi olmak zorunluluğu hissedecektir.
KALİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ İÇİN AKREDİTASYON
Okullar arasındaki kalite farkını değerlendirmek ve ortaya çıkarmak için doğrulatma (akreditasyon) sistemini uygulamaya koyabiliriz. Akreditasyon “bir merci tarafından onaylanmak” olup, buradaki kullanılışı itibariyle, bir okulun Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenecak eğitim –öğretim ve yönetim kurallarının oluşturduğu çerçeve içinde tanımlanabilecek bazı vazge- Prof. Dr. Osman Çakmak 162 çilmez özelliklere uygun olarak çalıştığının, bir “kural” tarafından doğrulanıp ilan edilmesi anlamındadır. Liseleri eğitim kalitesine göre kredilendirmeye tabi tuttuğumuzda , yani bağımsız bir “öz değerlendirme sistemi” teşkil ettiğimizde öğrencinin ortaöğretim başarısı ve notlarını üniversiteye girişte esas haline getirebiliriz. Kredilendirme sistemine göre kaliteli ve aktif eğitimi ile öğrencilerini gerçekten eğiten bir lisenin kredi puanı örneğin 100 üzerinden 95 olsun. Böyle kredisi yüksek bir liseden mezun olan öğrencinin kendi ders notlarına okulun kredi notu eklenecek sonuçta kredi yüksekliği nisbetinde öğrenci istediği üniversite bölümüne rahatça girme şansı elde edecektir. Kredisi düşük lise mezunu öğrenci ise bu şansı elde edemeyecektir. Kredilendirme sistemi sadece lise değil ilköğretim kurumlarında uygulanarak öğrencileri meslek lisesi yada liseye seçmede değerlendirme kriteri olarak kullanılabilir. Bu kredilendirme, liseler kadar ilköğretim okulları arasındaki rekabetin artırılması için çıkış noktasıdır. Sadece okul idaresi ve veliler değil, o bölgenin idari mekanizmalarını da harekete geçireceğinden gerçek bir rekabet ortaya çıkacak ve kısa bir süre içinde yurt çapında öğretmenler kendilerini yetiştirmeye başlayacak, mesleklerinde amatörlükten kurtularak aktif modellerle eğitim vermeye başlayacaklardır. Böylece halihazırda hiçbir kredilendirme ve öz değerlendirme sistemine dayandırılmadan kaliteli(!) olduğu varsayılan Anadolu lisesi, düz lise gibi birkaç çeşit lise saçmalığı son bulacaktır. Liseler tek tip olacak, ancak eğitim kalitesi ile kredisini artıran lise öğrencisi üniversitede istediği bölüme kaydolmada önemli avantajlar elde edecektir. Aynı durum ilköğretim okulları için de söz konusu olacak; liseye girişte kredisi yüksek ilköğretim okulu öğrencileri avantajlı hale gelecektir. Oluşturacağımız bağımsız doğrulatma sistemi eğitimize ne getirecektir? Her şeyden önce ölçme ve değerlendirme sağlıklı zemine oturacaktır. Öğ- renciyi OKS ve ÖSS gibi merkezi sınavların kafaya yığılan kuru malumatın değerlendirildiği tek boyutlu sayısal değerlendirmeden kurtularak, öğrencileri eğitimi boyunca aldıkları puan ve notlara göre değerlendirme imkanı doğacaktır. Çünkü oluşturacağımız doğrulama sistemi bilgiyi değil, beceriyi öne çıkaracaktır. Bu çerçevede eğitimin gereklerinin ne derece yerine getirildiği ve üretkenliğin ne derece desteklendiği, müfredat yapısının çağdaşlığı, eğitsel gelişme ve yenileşme özellikleri, öğretmen yeterliliği, eğitim-araştırma, teknik imkan, teçhizat durumu ve uygulama imkanları gibi kriterler göz önüne alınacaktır. Sonuçta okulların kalite farklılıkları asgariye inecek, okullar arasında olumlu bir rekabet başlayacaktır. Sonuç olarak eğitimcilerin kendilerini yenileme ve geliştirme süreci içine girmelerini de böyle bir uygulama ile sağlayabiliriz. Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir?
NASIL BİR ÖSS SINAVI?
Lise çağındaki her öğrenci lise birinci sınıftan itibaren kitap ezberleyen ve test çözen bir makine haline gelir. Kendisine ayıracak zamanı kalmaz. Okulla dershane arasında mekik dokur. Her gün daha çok test çözmek, daha yüksek puanlar almak, önündeki binlerce rakibi geçmek zorunda hisseder. Öğrenciler, özel kurslar ve dersanelerce bu sınavlara kısıtlı bir sürede, çok sayıda soruyu süratle cevaplandırmak üzere yarış atları gibi hazırlanır durur. Sistem bu olunca hazırlık kursları lise eğitimin yerini alır. Öğrenciye kendi başına düşünme, yorumlama imkanı sunmayan bu yapıda öğrenci sürekli bazı şeylerin kalıplar halinde ezberlemeye itilir. Özellikle üniversite hazırlık kurslarındaki eğitimde öne çıkarılan “örnek problem çözme” metodu; tekrar yoluyla belleme’ye en tipik örneklerdendir. Elinde tebeşirle tahtada sürekli problem çözen öğretmen bir dolu benzer problemi de ödev olarak vermekte, artık yeni bir problemle karşılaşma ihtimali kalmayıncaya kadar problemler ezberletilir. Hazırlık kurslarında, adeta düşünmeden ve zahiri bir kaç emareye göre reaksiyon gösterme melekesi kazandırılır. Eğitim adına yapılan şudur aslında: Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor. Sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıklarını değerlendirilip ölçülüyor. Bu yetiştirilme tarzını tahlil ettiğimizde şartlı refleks stratejisinin ağırlık kazandığını görmek zor olmasa gerek. Öğrenci bazen zorlanarak bazen motive edilerek öğrenmek istenilenleri bellemeye yönlendirilir. Tekerlemeler yoluyla hatırlayarak belleme, anahtar sözcüklerin bellenip onların çağrışımlarıyla bü- tünün bellenmesi, benzerlerin bellenmesi yoluyla bütünün bellenmesi gibi belleme türlerinin hepsi, beynin şartlandırmaya açıklığından yararlanır. Hayvanlara öğretilenler de esasta şartlı reflekse dayanmaktadır. Halbuki Bilimsel düşünme yeteneği konuları sakin ve emin bir şekilde derinliğine analiz etmekle kazanılabilir. Nasıl bir tuğla yığınından bina ortaya çıkmıyorsa, bilgi yığını da bilimsel düşünceyi, kısaca bilimin kendisini ortaya çıkaramamaktadır. GERÇEK BİLGİ – GERÇEK EĞİTİM Eğitim bilgiyi aktarmaya ve bilgi odaklı haline gelince, (uygulamadaki kolaylığı ve makinalarla değerlendirilmesi gibi) test tekniği insanı değerlendirmede başka yöntemleri göz ardı etmektedir. Test tekniği ile yetişen öğ- renci, parça hâlindeki bilgiyi birleştirememekte ve bu nedenle meslek hayatında, kişiliğinin gelişmesinde ve bilgiye dayalı dünya görüşünün oluşmasında okuduğu bilgiyi kullanamamaktadır. Test tekniği olayları yalnızca ak ve kara mantığı yoluyla açıklamak, yani çok boyutlu nesneyi tek boyutta ifade etme Prof. Dr. Osman Çakmak 164 yanlışlığıdır. Bu eğitim evet ve hayırlara yer var, “gri tonlar”a yani “belki”, “olabilir” gibi kavramlara yer kalmamaktadır. Halbuki gerçek ve doğru eğitim insanın çok yönlü ve çok boyutlu bağlantılar içinde ele alınması ile mümkün olabilir. Öğrencileri ilgi duydukları alanlarda “çok yönlü” değerlendirmeya tabi tutar. Bilgiler değil, beceri ve davranış gelişimi öne çıkar. Yazılı ve test tipi sınavlar oldukça sınırlı ölçüde yer alır. Öğrencilerin üretkenliğine yönelik sorular öne çıkar. Olayların ve bilginin nedeni sorgulanır. Öğrencilerin değerlendirilmesinde gözlemler a- ğırlık kazanır. Sınavlar bir tür hayat tarzı ve kendini yenileme sürecine dö- nüştürülür. Bilgi çok hızlı artmakta ve yenilenmektedir. Bilgi depolama işini bilgisayar gibi aygıtlar bizden çok daha hızlı şekilde yapabilmektedir. Bu yüzden yeni ve modern eğitimde sınavlar öğrenciye düşünmeyi, sorgulamayı, bilgi kaynaklarına ulaşmayı, sebep-sonuç arasında ilişki kurma becerisi kazandırması amaçlanır ve sınavlar çoğu kere bilgi kaynaklarına ulaşımın serbest olduğu stilde yapılır. Aksi halde yüklenilen bilgilerin geri istenilmesi, “gerçek bilgiye” değil denen kısa sürede beyinden silinecek olan kullanışsız bilgiye götürür. YETENEKLERİ DEĞERLENDİREN BİR SINAV SİSTEMİ Halkımız, uyguladığı eğitimle öğrencideki yetenek ve çeşitliliği keşfedebilen; mesleğinde başarılı, problemler karşısında acze düşmeyen, soran, sorgulayan ve kendine güvenen fertler yetiştiren bir eğitim sisteminin özlemi içindeyiz. Halbuki bizdeki yerleşik sınav anlayışı, eğitimi yozlaştırmaktan öte, adeta onu “eritim” sürecine dönüştürmekten başka bir işe yaramıyor. Sınav anlayışındaki yanlışlığı göz ardı ettiğimiz sürece eğitim ve müfredat adına yaptığımız teşebbüsler amacına ulaşmamakta; ne yaparsak yapalım, müfredata ÖSS hâkim olmaya devam etmektedir. Eğitim adına yapılan şudur aslında: Bir takım gerçekler ve “şey”lerin adı öğretiliyor. Sonra da kendi geliştirdiğimiz testlerle, öğrencilerin, yüklenilen bilginin ne kadarını aldıklarını değerlendirip ölçülüyoruz. Nasıl bir tuğla yığı- nından bina ortaya çıkmıyorsa, bilgi yığını da bilimsel düşünceyi, kısaca bilimin kendisini ortaya çıkaramaz. Gerek ÖSYM’nin üniversiteye giriş sınavları (ÖSS), gerekse diğer sınavlar (örneğin OKS, KPSS gibi adı alfabe çorbasını andıran merkezi sınavlar) “gerçek bilgi”yi ve yetenekleri, düşünme gücünü ölçen yapının çok uzağında kalmaktadır. Bilgi birikimini ölçmekle, insanların bilgiyi kullanma güçlerini, bilgi üretme ve analitik kabiliyetlerini ölçmüş olmuyoruz. Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir? 165 Ben burada, ÖSS çözümsüzlüğünden ve sınav işkencesinden gençleri kurtaracak, becerileri ve yetenekleri değerlendirebilen bir eğitim ve sınav modeli önereceğim. Oluşturacağımız yeni sistem, her şeyden önce, ülkemizin gerçeklerine uygun olmalı. Bir tarafı yapayım derken öbür tarafı yıkmamalı. Örneğin çoğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ÖSS’yi ve dershaneleri ortadan kaldıran bir çözüm modeli de sunulabilir. Ülkemiz gerçeklerini göz önüne aldığımızda kökleşmiş müesseselerini ve anlayışları bir çırpıda kaldırmak, hem kolay olmayacaktır, hem de bu, çok fazla bir işe yaramayacaktır. Öyleyse öncelikle bu kurumları faydalı şekle dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Japonya’da olduğu gibi, dershaneleri beceri ve özel eğitim kursları veren kurumlara dönüştürebiliriz. “GERÇEK BİLGİ”/SİZ Ülkemizde “eğitim” ve “bilgi” konusunda bir kargaşa yaşandığı malum. ÖSS reformu çerçevesinde ilk etapta yapılması gereken, bilginin ve eğitimin gerçekten ne anlama geldiğinin ortaya konmasıdır. O halde nedir “gerçek bilgi”? “Gerçek bilgi”, ÖSS sınavlarının odaklandığı “nedir” sorusunun cevabı ile ulaşılan bilgi değildir. “Nasıl” ve “niçin” sorusuna cevapla başlar gerçek bilgiye giden yol. “Nedir” sorusunun karşılığı, “tepkiye” yönelik olduğundan şartlanmaya dayalı bir eğitimdir. Zihnî yeteneklerin kullanılmadığı ya da düşük seviyede tutulduğu bu yöntem, aynı zamanda hayvanlara davranış kazandırılmasında kullanılan eğitim metodudur. Yani şartlanmaya dayalı bir eğitimdir. Bilginin ikinci düzeyi olan “anlama”, “niçin” sorusuna karşılık gelir. “Ni- çin” sorusunun cevabı ile elde edilenler “nedir” sorusunun karşılığı olan “malumata” göre daha üst düzeyde olsa da, yine de “gerçek bilgi” değildir. Çünkü hâlâ “tepki” vermeye yöneliktir. O halde, asıl bilgiye nasıl ulaşırız? Bilgiyi kullanabilme seviyesine yani “beceri düzeyi”ne çıktığımızda ulaşırız. “Beceri”, bilmenin üçüncü seviyesini, yani “yapabilmeyi” temsil eder ve “nasıl” sorusuna karşılık gelir. İlk iki düzey daha kısa sürede ve birisini dinlemek veya kitap okumak gibi pasif bir katılımla kazanılabilir. Öte yandan “yapabiliyor”, yani bilgiyi kullanıyor olabilmek için, uygulama da içeren uzun vadeli ve sürekli bir çaba içine girmemiz gerekir. Şu sözlere dikkat edelim: “Bilgi tek başına ekonomik bir kaynak değildir. Bilgi satılmaz, sadece bilgiyle üretilenler alınıp satılabilir” (P. Drucker) “İyi bir zekâ sahibi olmak yeterli değildir. Önemli olan onu iyi kullanmaktır” (Descartes) Prof. Dr. Osman Çakmak 166 BECERİSİZ LİSELİLERDEN… Türkiye’deki liselerde, müfredata, sanıldığı gibi, Milli Eğitim Bakanlığı değil, ÖSS hâkimdir. Eğitimde misyonsuzluğun en açık örneğini lise eğitiminde yaşadığımızı söyleyebiliriz. İlk iş olarak, geniş katılımlı istişarelerle bir lise mezununda olması gereken beceri ve yetenekler belirlenmelidir. Lisede hangi dersler ve meslekî becerilerin verileceği ortaya konmalıdır. Üniversite kazanamayan bir lise öğrencisinin iş bulabilir hale gelmesinin yolu, eğitimi pazarlanabilir beceriler kazandıracak şekilde yeniden yapılandırmaktan geçiyor. Birçok ülkede lise mezunlarının önemli bir bölümü (ABD- ‘de üçte biri) lisede kazandıkları beceriler nedeniyle üniversiteye gitmek istemiyorlar. Çünkü lisede işe yarar bir takım beceriler kazanıyorlar. Ardından, ÖSS sistemini öğrencinin bilgiyi kullanma ve üretme gücünü (gerçek bilgi) ölçen ve değerlendiren bir genel sınav şekline nasıl dönüştüreceğimizi konuşmalıyız. Daha sonra, sıra, aşağıda bir kısmını sıraladığım öğrencinin eğitimi boyunca kazanmasını istediğimiz meziyet/beceri ve davranışlarını ölçmek için hangi mekanizmaları oluşturacağımıza gelecektir. Aşağıda öz/et bir şekilde sunduğum listede öğrencinin ÖSS puanının yüzde ellisini oluşturması gereken “becerileri” verdim. 1. Bilgisayar ve internet kullanımı (bilişim teknolojileri) 2. Yazma (kompozisyon) ve ifade becerisi 3. Genel sağlık, spor, genel kültür ve dünya olayları 4. Sanat ve meslekî beceriler 5. Yabancı dil (pratik) 6 Kişisel gelişim, iletişim becerileri ve ahlâkî değerler) Bu liste deneme kabilinden bir örnektir. İlave veya çıkarma yapılabilir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi lise eğitiminin misyonu; bir lise mezunu öğ- rencinin hangi becerilere sahip olması gerektiği konusu gerçek uzmanlar nezdinde geniş katılımlı istişare ve tartışmalarla ortaya konulabilecek bir iştir. ALTERNATİF SİSTEMLERE… Eğitim de, tıpkı insan gibi çok boyutlu bir olgu. ÖSS’nin, merkezî “tek boyutlu sayısal değerlendirme”ye dayanan sınavları ile bu becerilerin ölçülmesi elbette mümkün olmayacaktır. Ek değerlendirme sistemlerine ihtiyaç vardır. Örneğin yabancı dil seviyesini belirlemek için TOEFL benzeri bir sistemden yararlanılabilir. Lise bitirme sınavlarının yeniden ihdas edilmesi ve okullarda eğitimlerin bir bütün olarak değerlendirildiği bağımsız akreditasyon (doğrulatma) sistemlerinin artık ülkemizde de uygulanması gerekiyor. Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir? Eğer okullarda öğretmen ve juri değerlendirmelerine, beceri kurslarının vereceği sertifikalara yeterince güvenmiyorsak, bağımsız akreditasyon sisteminden faydalanabiliriz. Akreditasyon sistemi, okulları kalite yarışına sokaca- ğı için, eğitim kurumlarımız arasındaki kalite farkları asgariye inecektir. Böylelikle, zamanla, öğrenci mezuniyet not ve başarısının üniversiteye girişte daha ağırlıklı hâle gelmesi mümkün olacaktır. Lise öğrencisinin üniversiteye “boş” ve “becerisiz” gelmesi üniversite eğitimini yozlaştıran unsurların başında geliyor. Lise eğitimin ciddiyet ve kalite kazanması şüphesiz üniversitede de eğitiminin kalite ve ciddiyet kazanmasına yol açacaktır. Bir başka önemli nokta ise, ÖSS puanının üniversiteye girişte tek belirleyici ölçüt olmaktan çıkarılmasıdır. Üniversitelerin kendilerinin yapacağı ikinci aşama bir sınavla ve /veya her bölüme has bazı ek standart ve ölçütlerle öğ- rencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu yapı, öğrencinin daha lise çağında branşlaşmasını, seçeceği alanda daha çok ders ve kurs almakla güçlü ve avantajlı konuma geçebilmesini sağ- layacaktır. Bu tür bir yapılanma üniversiteyi kazanamadığı takdirde öğrencinin bir meslekte ilerlemesine ve iş bulmasına bir katkı oluşturacaktır. Ayrıca üniversitelerde ilk yıl, diğer bölümlere geçiş de olabildiğince esnek olmalıdır. Öğrenci, -yanlış tercih yapmışsa, istemediği bölüme kayıt yaptırmışsa- başka bölümlere kolayca geçebilmelidir. Hatırlatacağımız diğer önemli bir nokta ise ÖSS sınavı üniversiteye yerleştiren nihai kurum olmaktan çıkarılmasıdır. Üniversiteler (Fakülte ve bölümler) kendilerinin koyacağı ek standart ve ölçütler içinde öğrencilerini kendileri seçebilmelidir. Bu durum öğrencinin aynı zamanda lise döneminde kendi yeteneklerine uygun belli branşlara yönelmelerini (o alanda güçlenmesini) sağlayacaktır. Her bir yüksek öğretim kurumunun kendi ölçütlerine göre kendi sınavı- nı yapması temel ilke haline gelmelidir.. Arzu eden üniversite yada fakülte/yüksek okullar kendi aralarında anlaşarak ortak sınav yaparak, yine kendi belirleyecekleri esaslara göre öğrenci bölüşümü yapabilirler. Bu sınavlarda ÖSYM nin uzun yıllardır merkezi sınavlar konusunda geliştirdiği tecrübe (know-how)’dan istifade edebilir. Her öğrenci şimdi olduğu gibi mevcut tüm üniversitelerde şansını denemek yerine hangi yüksek öğretim kurumunda eğitim görmek istiyor o kurumun sınavlarına hazırlanıp girmesi esas olmalıdır. Böylece, kendi özgün sistemini korumak isteyen kurumlar, tek tip olmaktan korunabileceklerdir. Prof. Dr. Osman Çakmak 168 MESLEKÎ DERSHANELERE… ÖSS sistemi becerileri, analitik düşünceyi, yorumlama gücünü ve üretkenliği değerlendiren konuma yükselince, üniversite hazırlık kursları anlamlı ve faydalı faaliyetlerin içine çekilmiş olacaktır. Böyle bir yapılanmada, tıpkı Japonya’da örneklerini gördüğümüz gibi dershaneler, okullardaki uygulama eksikliğini tamamlayan laboratuar, atölye, kütüphane imkanları sağlayan kurumlar hâline gelecektir. Üniversiteye girişte beceriler öne çıkınca, dershaneler meslekî kurslar veren kurumlar haline geleceklerdir. Dershanelerin bir kısmının bu süreçte yapılan teşvik ve desteklerle özel liseler, ilköğretim okulları yahut meslek liseleri hâline dönüşmeleri de sağlanabilir. VE BECERİKLİ LİSELİLER Bu süreçte, lise eğitimi yeniden ele alınmalı, kalitesi ve ciddiyeti ile ayrıcalıklı hâle getirilmelidir. Gerçekten de eğitim işini ciddiye alan ülkeler, lise eğitimini son derece ağır, yüklü ve öğrenciye üniversite yolunu açan bir niteli- ğe büründürmüşlerdir. Gelişmiş kütüphanelerin ve uygulama imkanlarının desteği ile derslerin araştırmaya dayalı projelerle yürütülmesine özel önem verilmektedir. Daha lise çağında öğrenci araştırmayı, düşünmeyi, işbirliği hâ- linde çalışmayı öğreniyor; bazı sanatlarla da tanışıyor ve entelektüel zevklere sahip kılınıyor. Bu ülkelerde liseye gidebilmek için, bütün öğrenciler için uygulanan ana kriter, anadili ve matematik dersleridir. Öğrenci, bu iki derste bütün lise eğitimi boyunca sürekli “pekiyi” notunu almak mecburiyetindedir. Aksi takdirde, daha farklı ve alt programa kaydırılmakta ve bu da üniversiteye girişi zora sokmaktadır. Lise eğitiminin tamamlanması, ancak önemli derslerden lise bitirme sınavını kazanmakla gerçekleşmektedir. Bu sınavlar Almanya’da Abitur, Avusturya’da Matura, İngiltere’de GSE olarak adlandırılıyor. Lise eğitimi böylesine ciddi ve ağır hâle gelince ilköğretimde 20-25 kişilik bir sınıfta ancak 5-6 öğrenci liselere aday hâle geliyor. Üniversite önünde yığılma bu şekilde önleniyor. Geri kalanlar ise başarılı olacağı ve severek yapacağı bir meslek dalına yönlendiriliyor. Diğer taraftan meslek liselerinde öğrenci istediği ve başarı gösterdiği takdirde sertifika sisteminin de avantajı ile bir liseye geçebiliyor. Dolayısıyla üniversiteye aday hâle geliyor Üniversite önlerinde yığılmanın önlenebilmesi -her sorunda olduğu gibiona yol açan nedenleri ortadan kaldırılması ve/ya kaldırılamıyorsa etkilerinin azaltılmasıyla mümkün olabilir. Bu ise öyle akşamdan sabaha halledilebilecek bir şey olmasa gerek. Şimdiye kadar yapılan çözüm teşebbüsleri “ucuz” Üniversite Önünde Yığılma Nasıl Önlenir? ve “kolaycı” yollar olduğundan (örneğin katsayı uygulaması, yeni üniversiteler açılması (özel ve yabancı üniversiteler, yurt dışında eğitim) üniversite önünde yığılmaları önlemiş gibi gösterse de daha ileride çok daha büyük yığılmaların, diplomalı işsizlerin artması gibi bu defa daha başa çıkılamaz sorunların ortaya çıkmasına yol açacaktır.