“ÖLÜM OLAYI” ÜZERİNE FİZİKÎ İNCELEMELER VE “İKİNCİ BEDEN” GERÇEĞİ
Bilimin bunca ilerlemesine rağmen çözemediği sırrına akıl erdirilemeyen olaylardan birisi de ölüm. Ölümün sırrına erişilmeye, ardındaki gerçeklere ulaşılmaya ve ölümden sonraki bir hayatın ihtimalleri üzerine çok çalışmalar yapılıyor. Ölüm sonrası hayatın varlığı üzerine sondaj anlamına geliyor.
İnsanın fizikî bedeni gerçekte trilyonlarca hücrenin düzenli ve uyumlu bir organizasyonudur. İnsan bedeninde her an milyonlarca eski hücre ölür ve yenileri ortaya çıkar. Gençlikte beden, kaybettiği nisbette yeni hücre üretecek şekilde tasarlanmış. Ancak, ileri yaşlarda bedenin hücre sayısında azalma başlar. Böylece hayat yavaş yavaş dengesini kaybeder. Gelir-gider dengesinin bozulmasıyla bedenin ahengi ve nizâmı bozulmaya yüz tutar, ister istemez ölüm ufukta görünür.
Kirlian Fotoğraf Tekniği
Varlıkların sadece görünen maddî yanlarından ibaret olmadığını, madde ve enerji
perdesinin arkasında daha nice esrar saklandığını bu yöndeki gelişmeler bize
söylemektedir. Bu gelişmelerden birisi canlılarda bir de enerji bedenin
varlığını ortaya çıkaran ilginç bir olay, 1940’lı yıllarda yaşandı. Eski
Sovyetler Birliği araştırmacılarından Semyon ve eşi Valentila Kirlian’lar,
yüksek frekans alanı içindeki canlı organizmalar üzerinde bir fotograf tekniği
geliştirdi. Kirlian ekibi yıllar süren çalışmaların sonucunda, insan, hayvan,
bitki ve bütün canlıları kuşatan bu enerji alanının fotograflarını çekmeyi
başardılar. Bu icatları, hastahanede yaptıkları bir gözlem sayesinde olmuştu.
Bir hasta üzerinde uygulanan şok tedavisi sırasında cam elektrotlar
aracılığıyla hastanın cildi üzerinde şerare atlıyordu. Bundan ilham alarak,
Semyon Kirlian, cihazı evinde kurarak ilk denemeyi kendi üzerinde yaptı. Deneme
sırasında hafif bir elektrik şoku ile birlikte mavi bir şerare görmüş, fotograf
filmini banyo ettiği zaman da, parmağının silüetini elde etmişti. Parmağından
çıkan alev alev ışımalar bu ilk fotografta açıkça görülüyordu.
Bu tekniğe, mucitlerinin isimlerine atfen “Kirlian Fotografçılığı Tekniği” deniyor. Kirlian Kamerası, Rusya’daki bir çok üniversitede hayli ilgi gördü. 1968’de V. Inyushin, W. Grisshchenko, N. Vorobev, N. Shoinki, N. Federova ve F. Gibadulin adlı doktorlar, ortak bir bildiride şöyle demişlerdi: “Bütün canlıların, sadece atom ve moleküllerden yapılmış bir fizik bedenleri değil, aynı zamanda bir de bunun kopyası olan enerji bedenleri vardır.” Bu ikinci bedene; “Biyoplazmik Beden” adını vermişlerdi.
Biyoplazmik Beden ve Canlılık
Bitkiler üzerinde yapılan çalışmalarda; solgun, kurumak üzere bulunan bir
yaprak ile dalından yeni koparılan bir yaprağın çevreye yaydıkları ışıma
arasında büyük fark olduğu gözlenmiştir. Dalından yeni koparılan bir yaprağın
arka arkaya çekilen fotograflarında, ışımaların sürekli olduğu ve değiştiği
görülmektedir. Ölü yaprakta ise hiçbir ışıma bulunmamaktadır. Yani canlılığın
yok olmasıyla bu ışıma da, ona bağımlı olarak yavaş yavaş yok olmaktadır. Bir
kısmı koparılan yaprağın çekilen fotograflarında ise kopan kısım tam olarak
görülmekte, ancak bir süre sonra bu kısma ait enerjik alan kaybolmaktadır.
Canlılar yavaş yavaş ölürken, biyoplazmik bedenin kıvılcım ve alevleri dışa
doğru fırlamakta ve sonra kaybolmaktadır.
Her şey çift yaratıldığından, fizik bedenimizin ikizinin, İslâmî literatürde “misâlî beden” olduğu belirtilir. Kirlian fotograf tekniği ile tespit edilebilen enerji alanı Misali bedene mi tekabül ediyor? Bundan sonraki açıklamalarımızı bu ihtimal üzerine yapacağız.
İkinci bedenin aynı zamanda ruha kılıf ve elbise vazifesi gördüğü bildirilmektedir. Misalî bedenin islami literatürde başka değişik adları da bulunmaktadır. “Gılâf-ı nurani”, “lâtife-i seyyâle”, “esirî beden” gibi adları var. Kanatımca ve bu konudaki uzmanların kanatatleri “enerji beden”, “ikinci beden”, “perisperi”, “duble”, “astral vücut.” Gibi isimlendirmelerinde bu bedene tekabül ettiğidir.
Vefattan sonra da ruh, İlâhî hikmet gereği maddî kılıfı olan cesedi atar ama, misâlî bedeni çıkarıp atmasına izin verilmez.
“Rusya’da Tanrıya Dönüş” adlı kitapta bu meselelerle alâkalı uzun açıklamalar görüyoruz. Meselâ bir grup doktor şöyle demektedir: “Bütün canlıların atom ve moleküllerden yapılmış fizikî bedenlerinin yanısıra, bir de bunun kopyası enerji bedenleri vardır…”
Amerikalı doktor Watters, yaptığı bir deneyde elli kadar çekirgeyi eterli pamuklara sarıp, öleceklerini tahmin ettiği andan itibaren odaya su buharı salarak fotograflarını çekti. Neticede öldükleri anlaşılan 13 çekirgenin görüntülerinin de tespit edildiği yazılmaktadır.
Sovyetler Biriliği’nde beden dışı seyahat yapabilen yogiler üzerinde çalışmaların sonuçları da bu konuda bilgi veriyor. İnsanlar kriz, koma veya trans halinde ve anestezik tesir altında enerji bedenlerini dışarı atabilmekte, enerji bedenleri ile “temessül” ettikleri anlaşılmaktadır.
Temessül, herhangi bir keyfiyette görünme demektir. İnsan düşüncesi de temessül ettiğinden Ted Serios (1960’lı yıllar) isimli bir Amerikalı, fotograf makinesi objektifine konsantre olarak baktığında, beynindeki düşüncenin kameradaki filme nakşedildiğini görmüştür.
Rüyalarda hakikatler, kabirde ameller temessül eder. Ruh ise, ona kılıf olan misâlî bedeniyle temessül edince, kendisine (yani o şahsın maddî bedenine) benzediğini görürüz. Rüyada maddî bedenimizin istirahata çekilmesiyle ilginç bir mekanizma, misâlî bedenin cesetle bağlantısını koparmadan “misâl âlemi”ne götürür. Misâlî vücud kendi aleminde (misal alemi) faaliyetlerde bulunur ve şahıslarla (fakat onların duble bedenleri ile) buluşur.
Bu olayı ölüme benzetebilir miyiz? Evet ölüm olayında ise misâlî vücut hiçbir bağlantı kalmamak üzere cesetten ayrılması olarak görebiliriz. Yeni “bedensiz ruh”; kendi alemine gider (“Berzah” âlemi dipnot). Kabir hayatının duble bedeni ile geçirilen farklı bir yaşama şekli olarak görebiliriz.
Ölümün Belirtileri ve Gerçekleşmesi
Bir organizma için ve özellikle en karmaşık organizmalardan biri olan insan
bedeni için ölüm anının tam olarak tespiti tartışmalı bir durumdur. Ölüm anının
tam ve kesin tespiti için değişik metotlar uygulanıyor. Ölen bir kişide klâsik
olarak bir takım belirtilerin olduğu kabul ediliyor. Ölümle ilgili
araştırmaların ifade ettiği ölüm öncesinde bir can çekişme devresi vardır. Ani
ölümlerde bu safha kısa, kronik hastalıklarla ölümlerde ise saatlerce ve hattâ
günlerce sürebilmektedir. Ölüm belirtilerinin başlıcaları şöyledir: Deri
solgunlaşır ve esnekliğini kaybeder. Gözde, retinanın damarlarında kan
dolaşımının durduğu görülür. Kaslar gerilimlerini kaybeder ve şişkin kısımlar
gittikçe yassılaşır. Solunum durur. Nabız kaybolur. Ceset git gide soğuyarak
çevre ısısı derecesine düşmeye başlar. Ölümden 2-3 saat sonra kas liflerinin
katılaşması sebebiyle de ölüm sertliği başlar.
Bütün bu belirtilere rağmen ölüm anının kesin olarak tespiti imkânsız görünüyor. “Yalancı ölüm” olaylarının dışında öldüğü kabul edilen bir çok kişinin, bir süre sonra dirildiği biliniyor. Lyall Watson’ın Ölüm Yanılgısı adlı kitabında aktardığı bilgiye göre, Deneysel Reanimasyon Fizyolojisi Lâboratuarı’nın ölüm tarifi şöyledir: “Şuur, refleksler, solunum ve kalb atışları gibi bütün hayat belirtilerinin son bulduğu, ama bir bütün olarak organizmanın henüz ölmediği, dokulardaki metobolik süreçlerin devam ettiği ve belirli şartlar altında bütün fonksiyonların yeniden başlatılacağı bir durum..”
Sözünü ettiğimiz bu belirtiler aslında ölümün sadece dış görünüşü ve fizikî seviyedeki anlatımıdır. Ancak gerçekte, ölüm anında bu dış görünüşün dışında, fizik bedenden ayrı olarak birtakım ilginç, karmaşık ve henüz bir çok noktası açıklanmayı bekleyen hâdise ve değişimler de yer almaktadır.
İkinci Beden Kavramı
İngiltere’deki Southampton Hastanesi bilim adamları, ölümün hemen öncesinde
yaşanan hâdiseler üzerine yaptıkları araştırmada, klinik olarak ölü kabul
edilen kişilerin pek çok duyguyu yaşadıklarını tespit ettiler. Beynin
fonksiyonlarını yitirmesinin ardından, yani hastanın klinik olarak ölü kabul
edildiği dönemde, yaygın anlayışın aksine, hastaların çeşitli hisleri
bulunduğuna dikkat çeken bilim adamları, bunların başında mutluluk gibi
duyguların geldiğini belirtiyorlar. Bilim adamlarına göre, bu çeşit hastalar
ayrıca zamanın aktığını anlayabiliyor ve ışığı algılayabiliyorlar. Southampton
Hastanesi’nden Dr. Sam Qarniea ve Dr. Peter Fenwick’in yaptığı araştırmada,
ölümün eşiğinden dönmüş 63 kalp hastasıyla yapılan röportajlardan faydalanıldı.
Dördü klinik olarak ölü kabul edilen hayata dönmüş 63 hastayla konuştuklarını
belirten araştırmacılardan Dr. Fenwick, “Akıl ve beyni birbirinden
bağımsız değerlendirmek mümkünse, bu ölüm sonrasında şuurun uyanık kaldığı sorusunu
gündeme getiriyor.” diye konuştu. Bu araştırmanın neticeleri bütün dünyada
yeni tartışmaları da beraberinde getirmektedir.
Modern tıbbın öldü gözüyle baktığı altı kişi, beyin fonksiyonlarının çalışmaz olarak tarif edildiği sırada; önce çok parlak bir ışık hüzmesi gördüklerini, daha sonra ise tarifi çok güç, mutlu ve huzurlu bir dünyaya girdiklerini söylediler. Uzmanlar, birbirlerinden habersiz olarak yapılan araştırma sırasında altı kişinin de aynı ifadeyi kullanmasının gözardı edilemeyeceğini belirttiler.
Ölümü şuurlu bir şekilde değerlendirmenin dışında, ani ölümcül kazalara uğrayan kişiler ise, kaza anında kendilerini çok rahat ve huzurlu hissettiklerini söylüyorlar. Lyall Watson, ‘Ölüm Yanılgısı’ adlı kitabında böyle anlarda, geçmişteki anıların canlandığını ve insanın bütün hayatının bir film şeridi gibi gözünün önünden geçtiğinden söz eder. Watson tespitlerini şöyle sürdürüyor: “Anılar, yerlerini son derece mistik bir ruh hâline bırakarak yok olmaktadır. Komaya giren hastabakıcı, vecd içinde Tac Mahal’in bir resmini seyretmekte olduğunu hatırlamakta; uçuruma yuvarlanan bir dağcı ise, anılarını şöyle anlatmaktadır: ‘Bedenim kayalara çarparak ezilip parçalanıyordu, ancak şuurum bu fizikî yara ve acılardan bütünüyle bağımsızdı, onları hissetmiyordu bile.”
İnsanlar görünen fizik bedeni dışında görünmeyen ve öldükten sonra da varlığını sürdüren başka bir bedeninin varlığını hep hissetmişlerdir. Şimdi ise bir çok araştırmacı ve uzman kişi de, ikinci bedenin varlığından söz etmeye başlamışlardır. Bu bedene “astral” “eterik”, “duble” gibi adlar takıldığını görüyoruz.
Bir kısım bilim adamları tarafından önceleri üzerinde pek durulmayan ikinci beden kavramı; günümüzde bilimsel olarak belirlenmiş ve fotografları bile çekilebilmiştir. Uzun yıllardır araştırmacılar, yüksek frekanslı elektrik akımına yerleştirilen insan bedeninden yayılan parlak ışığı araştırıyorlardı. Canlılarda bir tür “kalıp enerji”nin, başka bir deyişle bir tür “enerji beden”in varlığına ilişkin bazı deliller elde edilmişti. Neydi bu enerji beden? Nereden kaynaklanıyordu?
Durugörü Medyumluğu ve İnsan Aurası
Nice sırların düğümlendiği ve kâinatın hizmetine verildiği insanoğlunun herbir
ferdi de farklı bir âlemdir esasen. İnsanlar ortak özelliklere mâlik olsa da
bazılarında değişik bir ruh hassasiyetinin olağanüstü gelişmiş olmalı ki bu hassasiyet bazılarında kendini
“durugörü” kabiliyeti şeklinde ortaya koyar. Bu şahıslar bizim göremediğimiz bazı şeyleri
gündüz, gözü uyanık halde veya trans hâline geçerek görebilirler.
Enerji âlemini misâlî bedenleri müşahade için yaratılmış olan ve rüyada kullandığımız “ikinci gözler”, normal hayatta da kullanabilmektedir. Bu şahıslar, insanların çevrelerinde renkli bir aura müşahede ettiklerini söylerler ve auranın hastalık ve sıkıntılı durumlarda renk değiştirdiğini, farklılaştığını belirtirler. Hattâ bu auradan insanın kişilik yapısını ve karekterini dahi anlaşılabilir.
Bu tür hassas kişilerin ölmek üzere olan insanlar üzerinde yaptıkları gözlemlerden ise son derece ilginç ve açıklayıcı sonuçlar çıkmaktadır. Bunların gördüklerinin incelenmesi ve değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Gözlemlerden çıkan sonuçlara göre, normalde canlılarda var olan ve kendisini aura şeklinde gösteren enerjik beden, ölüm anında fizik bedenden ayrılmakta ve beden dışında şuurlu bir şekilde hareket edebilmektedir. Âdeta fizik bedenin ölmesiyle ikinci beden, hayatiyet kazanmaktadır.
Davis’in Gözlemleri
Ünlü Amerikalı durugörü uzmanı Andrew J. Davis’in bir kadının ölümü ile ilgili
gözlemi şu şekilde anlatılır: “Kadında, canın çıkış sırasında bedeninin
beyin kısmında meydana gelen ve her an artmakta olan güçlü bir yoğunlaşma
beliriyordu. Yoğunlaşan bu şey, çırpınmalar azaldıkça ve bedendeki sarılık
arttıkça, parlak ve ışık saçan bir hâl alıyordu. Can çekişme sırasında görülen
bu çırpınışların çekilen acı ile herhangi bir ilgisi olmayıp, ruh tarafından
hissedilmezler. Bunlar tamamıyla organik olan birtakım hareketlerdir. Ölüm anı
yaklaştıkça bedenin organları, boşalan torbalar gibi birer birer yatağa
seriliyor, buna karşılık hastadan ayrı olarak, esirî (ruhî) bir bedenin oluşumu
tamamlanıyordu. Can çekişen hastadan ilk kurtulan, esirî bedenin baş kısmı oldu
ve yavaş yavaş diğer kısımları da ayrılarak tam ruhî bir beden olarak kadının
başucunda ayakta durdu. Bu iki bedeni birbirine göbeklerinden, ‘hayat bağı’
dediğimiz parlak bir kordon bağlıyordu. Bu kordon kopunca bir parçası cesette
kaldı. Herhalde cesedin derhal bozulmasını engelleyen budur. Kadının ruhî
bedenî serbestliğe yavaş yavaş alıştı ve birdenbire ne yapacağını kestirmiş
gibi harekete geçerek evden çıktı.’
Yalnızca bir örneğini almakla yetindiğimiz böylesi gözlemlerin müşterek özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz: Ölen kişinin bedeninden çıkan bulutumsu görüntüde ve bedene benzer bir nesne, bedene mânevî ışın türü bir kordonla bağlıdır. “Kordonun” kopmasıyla bu beden nereye gideceğini biliyormuşcasına yolunda devam eder.
Yazımızı şu şekilde bitirebiliriz: Bedenimizin bütün organlarına tesir eden; onu canlı, şuurlu ve fonksiyonlu hâle getiren ruh ve misalî bedenin varlığı, bilim aynasında daha iyi görülmektedir. Ölüm denen olayın ikinci bedenin cesetten sıyrılmasından başka bir şey değildir. Yokluğa ve hiçliğe yürümek değil, herkesin bir bir toplandığı yeni bir “Dünyaya” geçiş köprüsüdür.